Busebeple Arapça tefsirlerden, Ebu's-Suud Tefsirini, Hazin, Bağâvî, Semerkandî, Şeyhzâde, Elcemel, Ibni kesir, Kurtubî tefsirlerini baştan sona okumak imkânı buldum. Ayrıca Fütuhat-ı Mekkiye, Hılyetül evliya, Câmiu Kerâmatil evliya, Tabakâtülkübra ve İhya-i Ulumiddiyn gibi kıymetli tasavvuf ağırlıklı eserleri İbni Abbas ve Tavus b. Keysan (ö.106) gibi bazı kişilere dayandırılan bir görüşe göre, Maide suresinin 44. ayetinde tekfir edilenlerin küfrü Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve rasullerini inkâr etmek anlamında, insanı dinden çıkaran bir küfür olmayıp, nimete nankörlük etmek anlamındadır. Amrb. Âs’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Hz. Peygamber bineği üzerinde iken ona Mâide sûresi indi. (O sıradaki ruh halinden dolayı) binek onu taşıyamadı, bunun üzerine Hz. Peygamber bineğinden indi” (Müsned, II, 176). Sûrenin bir defada indiği görüşünde olanları destekleyen bir başka rivayete göre Esmâ binti Büyük Kur’an Tefsiri (İbn-i Kesir Tefsiri): Rivâyet yoluyla yapılan tefsirlerin en faydalısıdır. Yazar, Kur’an’ı, önce Kur’an ile tefsir etmiş, sonra hadis âlimlerinin kitaplarından meşhur hadisleri isnadları ile birlikte zikretmiştir.Hadislerin isnadları hakkında cerh ve ta’dil yönünden konuşmuş, genellikle hadislerin garib, münker ve şâz oluşlarını Büyük Kur’an Tefsiri [ İbn-i Kesir Tefsiri ] - Dinle - İndir 7.3MB İbniKesir Kuran Tefsiri 12 cilt, tam metin, 17x24 cm. Polen. 1.500,00 TL 2.400,00 TL %38. Çağrı Yayınevi. Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbni Kesir cbU2gZF. 1 İBNİ-İ KESİR TEFSİRİ ORJİNAL CİLT 1.pdf İMAM BUHARİ DÜŞMANLARINA REDDİYE -Hafız İbn-i El Bidaye Ve’n-Nihaye-İbn İBN KESİR TEFSİRİ .exe İbn Kesir__El Bıdaye Ve’n-Nıhaye, Çağrı İBN-İ KESİR ORJİNAL CİLT 3.pdf İBN-İ KESİR TEFSİRİ ORJİNAL CİLT 2.pdf İBN-İ KESİR TEFSİRİ İBNİ KESİR TEFSİRİ İBNİ KESİR TEFSİRİ PDF Moderatör tarafında düzenlendi 11 Ağu 2019 Pangea İyi Bilinen Üye İslam-TR Üyesi 2 Cezak Allahu hayran kardesim asliar İyi Bilinen Üye İslam-TR Üyesi 3 Selamun Aleykum. Ibni Kesin tefsirinin uzun ve kisa versiyonlari var sanirim. Elinde en uzun ciltlisi olan varsa; bana, asagidaki ayetlerin fotografini cekip yada texten alinti yapip gonderebilir mi? Kisa olanlari gormustum Maide 44-50 arasi Tevbe 31 Nisa 60-61 ❬ Önceki Sonraki ❭ إِنَّآ أَنزَلْنَا ٱلتَّوْرَىٰةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ ۚ يَحْكُمُ بِهَا ٱلنَّبِيُّونَ ٱلَّذِينَ أَسْلَمُوا۟ لِلَّذِينَ هَادُوا۟ وَٱلرَّبَّٰنِيُّونَ وَٱلْأَحْبَارُ بِمَا ٱسْتُحْفِظُوا۟ مِن كِتَٰبِ ٱللَّهِ وَكَانُوا۟ عَلَيْهِ شُهَدَآءَ ۚ فَلَا تَخْشَوُا۟ ٱلنَّاسَ وَٱخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا۟ بِـَٔايَٰتِى ثَمَنًا قَلِيلًا ۚ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْكَٰفِرُونَ Elmalılı Hamdi Yazır İçinde hidayet ve nûr bulunan Tevrat´ı, elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, yahudiler hakkında hükmederler, kendilerini Tanrıya adamış zâhitler, âlimler de, Allah´ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onunla hüküm verirler ve onun Allah´ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah´ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. MAİDE SURESİ Eldeki bütün deliller bu surenin, Hz. Peygamber’e vahyedilmiş olan Kur”an’ın son bölümlerinden biri olduğunu göstermektedir. Bu konudaki görüş birliği, surenin, H. 10. yılda, Hz. Peygamber’in Vedâ Haccı sırasında nazil olduğu şeklindedir. Surenin adı, Hz. İsa’nın havarileri tarafından talep edilen “gök sofrası”ndan ayet 112 ve Hz. İsa’nın bununla ilgili duasından ayet 114 alınmıştır. Sure, müminlere sosyal ve manevî sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısı ile başlar ve insanın “göklerin, yerin ve onların arasındaki her şeyin hükümranlığı”na sahip bulunan Allah’a kesin bağımlılığını hatırlatarak sona erer. Hz. Peygamber’e bahşedilen son vahiylerden biri olarak sure, dinî vecibeler ve muhtelif sosyal yükümlülükler ile ilgili bir demet sunar Ama aynı zamanda, Kur”an izleyicilerini, ilahî buyrukların alanını sübjektif kıyas yoluyla genişletmemeleri için uyarır ayet 101. Çünkü böyle bir tavır, onların Allah’ın Şeriatı’na göre davranmalarını güçleştirebilir ve sonuçta vahyin doğruluğunu inkar etmelerine yol açabilir ayet 102. Onlar, ayrıca, Yahudileri ve Hristiyanları kelimenin ahlakî anlamıyla “dost” edinmemeleri konusunda uyarılmışlardır Bu, İslamî prensipleri terk ederek onların hayat tarzlarını ve sosyal kavramlarını taklit etmemeleri demektir ayet 51 vd.. Bu sonuncu uyarı, bu surede sıkça vurgulanan, hem Yahudilerin hem de Hristiyanların peygamberleri tarafından kendilerine iletilen hakikatleri terk ettikleri ve çarpıttıkları, böylece Kitâb-ı Mukaddes’in, asıl mesajı ile artık bir ilgilerinin kalmadığı ayet 68 gerçeğinin bir sonucudur. Özellikle Yahudiler, “[kalben] kör ve sağır” olmalarından dolayı ayetler 70-71 ve diğerleri, Hristiyanlar ise Hz. İsa’nın ilahî kaynaklı öğretisine açıkça ters düşerek o’nu tanrılaştırdıkları için sorumlu tutulmuşlardır ayetler 72-77 ve 116-118. Kur”an, 48. ayette, muhtelif dinî toplulukları kasdederek şöyle buyurur “Her biriniz için [farklı] bir sistem ve [farklı] bir hayat tarzı belirledik … O halde hayırlı işlerde birbirinizle yarışın!” Ve bir kez daha bütün müminlere -hangi kanaatte olurlarsa olsunlar- şu teminat verilmiştir “Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıp, doğru ve yararlı fiillerde bulunanlar -ne korkacak ne de üzüleceklerdir” ayet 69. Bütün surenin en çarpıcı ifadesi, vefatından kısa bir süre önce Hz. Peygamber’e indirilmiş olan 3. ayettedir “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşettim ve Bana teslimiyeti islâm sizin dininiz olarak belirledim.” 1 SİZ EY imana ermiş olanlar! Andlaşmalarınıza sadık olun!1 [Bundan sonra] belirtilecek olanlar dışında2 ot ile beslenen hayvanlar[ın eti] sizin için helaldir ancak ihramda iken avlanmanıza izin verilmemiştir. Bilin ki Allah, iradesinin gereğini3 emreder. 2 Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’ın koyduğu sembollere ve kutsal [Hac] ayına ve süslenmiş kurbanlıklara4 ve Rablerinin lütuf ve rızasını isteyerek Beytu’l-Harâm’a koşanlara karşı saygısızlıkta bulunmayın; [ancak] hac göreviniz bittikten sonra5 serbestçe avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Harâm’dan alıkoyanlara karşı öfkeniz, saldırganlık yapmanıza yol açmasın6 erdemi ve ilahî sorumluluk bilincini geliştirmede birbirinizle yardımlaşın, kötülüğü ve düşmanlığı artırmada değil; Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun Ve unutmayın ki Allah’ın intikamı çetindir! 3 ÖLÜ ETİ, kan ve domuz eti ve üstünde Allah’tan başkasının adının anıldığı7 hayvanlar ve boğulan, dövülerek öldürülen veya düşerek ölen veya derisi yüzülerek öldürülen veya vahşî bir hayvan tarafından parçalanan hayvanlar, canlı iken [bizzat] kestikleriniz hariç, size yasaklanmıştır ve putperest sunaklarında8 kesilenler [de yasaktır]. Kehanet yoluyla gelecekte sizi neyin beklediğini öğrenmeye çalışmanız da [yasaklanmıştır]9 Bu günahkarca bir davranıştır. Bugün hakikati inkara şartlanmış olanlar, sizin dininiz[i terk edeceğiniz]den artık ümitlerini tamamen kestiler Öyleyse, onlardan korkmayın, yalnız Benden korkun! Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşettim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak Günaha eğiliminden değil de hayatî bir zaruret sonucu11 [yasak şeylere] sürüklenenlere gelince, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. 4 Kendilerine neyin helal kılındığını sana soracaklar. De ki “Hayatın bütün güzel şeyleri size helaldir.”12 Allah’ın size öğrettiği bilgiden bir kısmını öğreterek eğittiğiniz av hayvanlarına13 gelince, onların sizin için yakaladığı her şeyi yiyin, ama üstünde Allah’ın adını anın ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde o-lun şüphe yok ki Allah hesap görmede hızlıdır. 5 Bugün, hayatın bütün güzel şeyleri size helal kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine vahiy verilenlerin yiyecekleri size helaldir,14 sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir. Ve [bu ilahî kelâma] inananlar içindeki iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine vahiy verilenler arasında bulunan kadınları nikahlamanız, -onlara mehirlerini vermeniz şartıyla ve onları gayrimeşru yolla ya da gizli dost tutma yoluyla değil de meşru bir nikah ile almanız şartıyla- [size helaldir].15 [Allah’a] inanmayı reddedene gelince; onun bütün işleri boşa gidecek zira o, öteki dünyada zarara uğrayanlar arasında yer 6 SİZ EY imana ermiş olanlar! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın ve [ıslak] ellerinizi başınızın üzerine hafifçe sürün ve bileklere kadar ayaklarınızı [yıkayın]. Eğer boy abdestini gerektiren bir halde iseniz kendinizi Ama eğer hasta iseniz yahut seyahatteyseniz yahut tabii ihtiyacınızı gidermişseniz yahut bir kadınla birlikte olmuşsanız ve su bulamıyorsanız, o zaman, temiz toprağa ellerinizi sürün ve onunla yüzünüzü ve kollarınızı hafifçe ovun. Allah sizi zora koşmak istemez; ama sizi tertemiz kılmak ve nimetlerinin tamamını size bahşetmek ister ki şükredenlerden olasınız. 7 [Daima] hatırlayın, Allah’ın size bahşettiği nimetleri ve “Duyduk ve itaat ettik!” dediğinizde Allah’a karşı altına girdiğiniz kesin O halde, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun şüphe yok ki Allah, [insanların] kalpler[in]de olanı kesinlikle bilir. 8 SİZ EY imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allah’a bağlılığınızda sıkı durun; ve herhangi bir kimseye19 karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun bu, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan davranıştır. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 9 Allah, imana eren ve iyi işler yapanlara günahlarının bağışlanacağını ve büyük bir mükafatın onların olacağ[ını] vaad etmiştir 10 ama, hakikati inkara şartlanmış olanlar ve mesajlarımızı yalanlayanlar var ya; işte onlar yakıcı ateşe mahkum olanlardır. 11 Siz ey imana ermiş olanlar! Hatırlayın [düşman] toplumun sizi altetmek üzere olduğu20 ve Allah’ın sizi onların elinden kurtardığı zaman bahşettiği nimeti. O halde Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve iman edenler yalnız Allah’a güvensinler. 12 VE GERÇEK ŞU Kİ, liderlerinden onikisini [casus olarak Kenan’a] gönderdiğimiz zaman,21 Allah İsrailoğulları’ndan [benzer] bir kesin taahhüt22 almıştı. Ve Allah demişti “Bilin ki sizinle beraber olacağım! Eğer namazlarınızda dikkatli ve daim olur ve karşılıksız yardımda bulunursanız; Benim Peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz ve Allah’a büyük bir borç verirseniz23 kötü fiillerinizi mutlaka silerim ve sizi içinden ırmakların aktığı hasbahçelere koyarım. Ama bundan sonra içinizden kim, hakikati inkar ederse, doğru yoldan kesinlikle sapmış olacaktır!” 13 Daha sonra, kesin taahhütlerinden caydıkları için24 onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık; [öyle ki, şimdi] onlar, [vahyedilmiş] sözleri, asıl bağlamlarından kopararak çarpıtıyorlar;25 ve onlar, akıllarından çıkarmamaları emredilen şeylerin çoğunu unutmuşlar; birkaçı dışında onların hepsinden daima ihanet göreceksin. Ama onları bağışla ve yaptıklarına katlan şüphe yok ki Allah iyilik yapanları sever. 14 Ve [aynı şekilde], “Biz Hristiyanız!”26 diyenlerden kesin bir taahhüt almıştık; ama onlar da, akıllarından çıkarmamaları emredilen şeylerin çoğunu unutmuşlardır; bu nedenle, onlar arasında Mahşer Günü’ne kadar [sürecek] düşmanlık ve kini arttırdık27 ve zamanı geldiğinde Allah onlara neler işlediklerini gösterecektir. 15 Ey Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicileri! Şimdi size, [kendi kendinizden] gizlediğiniz Kitab’ın birçoğunu açıklamak28 ve bir kısmını da bağışlamak amacıyla Elçimiz gelmiştir. Şimdi Allah’tan size bir ışık ve apaçık bir ilahî kelâm ulaşmıştır, 16 ki onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları29 gösterir, rahmetiyle onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yöneltir. 17 “Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir!” diyenler hakikati inkar ederler. De ki “Eğer Meryem oğlu İsa’yı ve o’nun annesini ve yeryüzündeki herkesi –onların tümünü– helak etmek isteseydi kim Allah’a mani olabilirdi? Zira, göklerin ve yerin ve onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’a aittir; O dilediğini yaratır ve Allah dilediğini yapmaya kâdirdir!” 18 [Hem] Yahudiler ve [hem de] Hristiyanlar, “Biz Allah’ın çocuklarıyız,30 ve O’nun sevgili kulları!” derler. De ki “Öyleyse, Allah, neden günahlarınızdan dolayı size azap çektirsin? Hayır, siz O’nun yarattığı insanlardan başka bir şey değilsiniz! O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap çektirir Zira göklerde ve yerde ve ikisi arasında bulunan her şey üzerindeki hükümranlık Allah’a aittir ve bütün yolculuklar O’nda nihayet bulur.” 19 Ey Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicileri! Hiçbir peygamberin gelmediği uzun bir aradan sonra, size [hakikati] bildiren bu Elçimiz gönderildi ki “Bize ne bir müjdeci, ne de uyarıcı gelmedi” demeyesiniz işte size bir müjdeci ve uyarıcı geldi, çünkü Allah dilediğini yapmaya kâdirdir. 20 BİR ZAMAN Musa, halkına31 “Ey halkım!” demişti, “Allah’ın size bahşettiği nimetleri hatırlayın ki O, aranızdan peygamberler çıkarmış, sizi kendi-kendinizin efendisi yapmış32 ve dünyada başka hiç kimseye göstermediği [lütfu]nu size göstermişti. 21 Ey halkım! Allah’ın size vaad ettiği kutsal topraklara girin ama [inancınızdan] vazgeçmeyin, yoksa kaybedenlerden olursunuz!” 22 Onlar, “Ey Musa!” diye seslendiler, “Unutma ki o topraklarda33 zorba bir halk yaşıyor, ve onlar uzaklaşmadıkça biz kesinlikle oraya girmeyeceğiz; ama eğer oradan uzaklaşırlarsa o zaman gireriz”. 23 [Bunun üzerine] Allah’ın nimetine mazhar olan ve [O’ndan] korkanlar arasından iki kişi “Onların üzerine kapıdan gidin!”34 dediler, “Çünkü, unutmayın, siz oraya girerseniz galip geleceksiniz! Ve eğer [gerçek] müminler iseniz Allah’a güven duymalısınız!” 24 [Ama] onlar “Ey Musa!” dediler, “Ötekiler orada oldukça biz o [topraklar]a asla girmeyeceğiz. O halde sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın! Biz burada kalacağız!” 25 [Musa,] “Ey Rabbim! Benim sadece kendime ve kardeşim [Harun]a sözüm geçiyor! O zaman, bizimle bu sapkın halk arasına bir çizgi çek!” diye yalvardı. 26 “Öyleyse, bu [topraklar] onlara kırk yıl boyunca yasaklanmıştır, bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşsınlar; sen artık bu sapkın halk için kendini üzme!” diye cevap verdi Allah. 27 VE ONLARA gerçeği göstermek için Âdem’in iki oğlunun kıssasını35 anlat; nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği halde diğerinden kabul edilmediğini. [Onlardan biri, Kâbil,] “Seni mutlaka öldüreceğim!” demişti. [Kardeşi Hâbil] cevap vermişti “Unutma ki Allah, yalnız O’na karşı sorumluluk bilinci duyanların [kurbanı]nı kabul eder. 28 Beni öldürmek için el uzatsan bile, ben öldürmek için sana el uzatmayacağım Ben bütün âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. 29 Beni öldürürsen, dilerim, hem kendi günahlarını, hem de benim günahlarımı[n yükünü] yüklenir36 ve böylece cehennemin yolunu tutarsın! Çünkü zalimlerin cezası budur”. 30 Fakat diğerinin ihtirası37 onu kardeşini öldürmeye sürükledi ve onu öldürdü Böylece hüsrana uğrayanlardan oldu. 31 Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedinin çıplaklığını nasıl gizleyebileceğini ona göstersin diye toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. [Bunu gören Kâbil,] “Eyvah” diye haykırdı, “Yazıklar olsun bana! Ben, bu karganın yaptığını yapamayacak kadar38 ve kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek kadar aciz miyim?” Ve bunun üzerine vicdan azabı ile 32 Bu yüzden Biz İsrailoğulları’na bildirdik ki, -cinayetin ve yeryüzünde fesadı yayma[nın cezası] olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi Gerçekten elçilerimiz, onlara41 hakikatin bütün delilleri ile geldiler ama, buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde her çeşit aşırılığa meyletmeye devam 33 Allah’a ve Elçisi’ne43 karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi44 yahut yeryüzünden [tamamiyle] sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları Öteki dünyada ise [daha] korkunç bir azap bekler onları, 34 ancak [ey müminler,] siz onlardan daha güçlü hale gelmeden önce46 tevbe edenler hariç çünkü, bilmelisiniz ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. 35 SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, O’na daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz. 36 Şüphe yok ki, hakikati inkara şartlanmış olanlar, Kıyamet Günü’ndeki azaptan kurtulmak için yeryüzündeki her şeyi ve hatta iki kat fazlasını47 fidye olarak teklif etseler de kabul ettiremezler; çünkü şiddetli bir azap bekler onları. 37 Onlar ateşten kurtulmak isterler, ama kurtulamazlar; uzun sürecek bir azap bekler onları. 38 HIRSIZLIK eden erkeğe ve hırsızlık eden kadına gelince, işlemiş oldukları fiillere karşılık, Allah’tan gelen caydırıcı bir müeyyide olarak her ikisinin ellerini kesin48 zira Allah kudretlidir, hikmet sahibidir. 39 Bu suçu işledikten sonra tevbe edip kendisini ıslah edene49 gelince, kuşkusuz Allah onun tevbesini kabul eder Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. 40 Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır? O, dilediğini cezalandırır, dilediğini bağışlar Zira Allah her şeye kâdirdir. 41 EY PEYGAMBER! Hakikati inkarda birbirleriyle yarışanlardan dolayı üzülme şu, ağızlarıyla “Biz inanıyoruz!” diyen, halbuki kalben inanmayanlardan50 ve her türlü yalanı can kulağıyla dinleyen ve [aydınlanmak için] sana gelmek yerine51 başka insanlara kulak veren Yahudilerden. Onlar, [vahyedilen] sözleri asıl bağlamlarından kopararak anlamlarını çarpıtırlar ve “Eğer size şöyle şöyle [bir öğreti] verilirse onu kabul edin; ama verilmezse uzak durun!”52 derler. [Onlara bakıp üzülme,] çünkü Allah, bir kişinin kötülüğe meyletmesini dilemişse Allah’ın onun hakkındaki iradesine hiçbir şekilde mani İşte onlar kalplerini Allah’ın temizlemek istemedikleridir. Onları bu dünyada zillet, öteki dünyada da korkunç bir azap bekler; 42 onlar, her türlü yalanı can kulağıyla dinleyenler, kötü olan her şeyi aç gözlülükle yutanlardır!54 Öyleyse [bir karar vermen için] sana gelirlerse55 ister onlar arasında karar verirsin, ister kendi hallerine bırakırsın Çünkü eğer onları kendi hallerine bırakırsan sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama eğer bir karar verirsen, onlar arasında adaletle karar ver56 Allah adil davrananları bilir. 43 Onlar Allah’ın buyruklarını ihtiva eden Tevrat’a sahip oldukları halde nasıl senden bir hüküm vermeni isterler ve ondan sonra da [senin verdiğin hükümden] yüz çevirirler? O halde böyleleri [gerçek] müminler 44 Şüphe yok ki, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan Tevrat’ı indiren Biziz. Kendilerini Allah’a teslim eden peygamberler, ona dayanarak yahudi itikadına uyanlar hakkında hüküm verirlerdi;58 [eski] din adamları ve hahamları da öyle yaptılar, çünkü Allah’ın kelâmının bir kısmı onların himayesine emanet edilmişti;59 ve hepsi onun doğruluğuna şahitlik yaptılar. Bu nedenle, [ey İsrailoğulları,] insanlardan korku duymayın, yalnız Benden korkun; ve Benim mesajlarımı önemsiz bir kazanç karşılığı değiştirmeyin60 Çünkü Allah’ın indirdiklerine göre hüküm vermeyenler, gerçekten hakikati inkar edenlerdir! 45 Ve onlar için [Tevrat’ta] hükmettik cana can, göze göz, dişe diş, kulağa kulak, buruna burun ve yaralamalarda [benzer] bir karşılık;61 ama kim hayır için ondan vazgeçerse, bu geçmiş günahlarının bir kısmına kefaret Allah’ın vahyettiğine göre hüküm vermeyenler, işte onlar zalimlerdir! 46 Biz, Meryem oğlu İsa’yı, o [geçmiş peygamber]lerin izleri üzerinde Tevrat’tan o güne kalanın63 doğruluğunu tasdik edici olarak gönderdik. Biz, o’na, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara bir rehber ve bir öğüt olarak Tevrat’tan o güne kalanı tasdik eden, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan İncil’i verdik. 47 O halde İncil’e uyanlar, Allah’ın onunla vahyettikleri doğrultusunda hüküm versinler Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlardır gerçek fasıklar! 48 Ve sana, [ey Peygamber], hakikati ortaya koyan bu ilahî kelâmı, geçmiş vahiylerden bu/güne kalanı tasdik edici ve içinde hangi doğruların bulunduğunu belirleyici64 olarak indirdik. Öyleyse, [ey Peygamber,] geçmiş vahyin izleyicileri arasında Allah’ın indirdiklerine uygun olarak hüküm ver,65 ve sana gelmiş olan hakikati terk ederek onların mesnedsiz görüşlerine uyma. Biz, her biriniz için [farklı] bir sistem ve [farklı] bir hayat tarzı Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek topluluk yapardı ama indirdikleri aracılığıyla sizi sınamak için [başka türlü diledi].67 O halde hayırlı işlerde yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır; o zaman Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size 49 O halde, geçmiş vahyin mensupları arasında69 Allah’ın indirdiğine göre hükmet ve onların mesnedsiz görüşlerine uyma; ve onlardan sakın ki Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştıramasınlar. Eğer onlar [Allah’ın buyruklarından] yüz çevirirlerse, bil ki bir kısım günahlarından dolayı onları [böylece] cezalandırmak, Allah’ın iradesi gereğidir70 Unutma ki insanların çoğu gerçekten sapkındır. 50 Yoksa onlar, cahiliyye kanunu [ile yönetilmek] mi istiyorlar?71 Halbuki, kalben mutmain olan insanlar için Allah’tan daha iyi kanun-koyucu olabilir mi? 51 SİZ EY imana ermiş olanlar! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin Onlar yalnızca birbirlerinin Ve hanginiz onları dost edinirse kesinlikle onlardan olur Bilin ki Allah böyle zalimlere73 doğru yolu göstermez! 52 Ve kalplerinde hastalık olanların, [kendi kendilerine] “Şansımızın kötü gitmesinden korkuyoruz!” diyerek onların işine yarayan bir tavır sergilemekte yarıştıklarını74 görebilirsin. A-ma Allah, [müminler için] büyük bir başarı takdir ettiğinde yahut kendi planının75 [başka] bir tezahürünü gerçekleştirdiğinde o [kararsız]lar, kendi içlerinde gizlice barındırdıkları düşüncelerden dolayı vicdan azabı duymaya başlarlar. 53 Oysa imana erenler, [birbirlerine], “Sizinle birlikte olacaklarına dair kararlı şekilde Allah’a yemin edenler bu kişiler midir? Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir, çünkü onlar ziyandadır!” derler. 54 Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer imanınızı kaybederseniz,76 Allah, zaman içinde [sizin yerinize] O’nun sevdiği ve O’nu seven insanlar geçirecektir; müminlere karşı alçak gönüllü, hakikati inkar edenlere karşı onurlu; Allah yolunda üstün çaba gösteren ve kendilerini kınayabilecek kimselerin kınamasından korkmayan [insanlar] Bu, Allah’ın dilediğine bağışladığı lütfudur. Allah lütfunda sınırsızdır ve her şeyi bilendir. 55 Unutmayın ki sizin yardımcılarınız sadece Allah ve Elçi’si ve imana erenler olacaktır; yani namazlarında devamlı ve dikkatli olanlar, arındırıcı [malî] yükümlülüklerini yerine getirenler ve [Allah’ın karşısında] boyun eğenler 56 Çünkü Allah ve Elçi’si ve imana erenler ile dost olanlar; işte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır, onlardır zafere ulaşanlar! 57 Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer gerçek müminler iseniz, inancınızı küçümseyen ve onunla eğlenenleri –bun-lar ister sizden önce vahiy verilenlerden, isterse [bu vahyin] hakikati[ni] inkar edenlerden olsunlar– dost edinmeyin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun 58 Zira, namaz için çağrı yaptığınızda onu küçümserler ve alaya alırlar– bu durum, sırf akıllarını kullanmamalarındandır. 59 De ki “Ey geçmiş vahyin izleyicileri! [Yalnız] Allah’a ve Allah’ın hem bize hem bizden öncekilere indirdiğine inandığımız için mi bizde kusur buluyorsunuz? [Yoksa bu, sadece] çoğunuzun sapkınlığından mı[dır]?” 60 De ki “Allah katında bunlardan daha şiddetli bir cezayı hak edenleri size söyleyeyim mi? Onlar, Allah’ın lânetledikleridir; onlar Allah’ın gazab ettikleridir ve şeytanî güçlere taptıkları için Allah’ın maymuna ve domuza çevirdikleridir77 Bunlar durumu en kötü olanlar ve doğru yoldan [küçümser davrananlardan] daha da fazla sapanlardır”.78 61 Onlar, sana geldiklerinde, “İnanıyoruz!” derler Oysa, aslında hakikati inkar niyeti ile gelirler ve aynı şekilde Ama Allah, onların gizlediği her şeyin farkındadır. 62 Onların çoğunun, günah işlemede, gaddarca davranmada ve kötülüğe saplanmada birbirleriyle yarıştıklarını görebilirsin. Yaptıkları şey ne kötüdür. 63 Neden onların din adamları ve hahamları80 onları günahkarca iddialardan ve her türlü kötülüğe saplanmaktan alıkoymadılar? Ortaya koydukları şey ne kötüdür! 64 Yahudiler, “Allah’ın eli sıkıdır” derler. Sıkı olan onların elidir Ve bu iddialarından dolayı [Allah tarafından] Tersine, O’-nun elleri sonuna kadar açıktır O, [lütfunu] dilediği gibi dağıtır. Ama [ey Peygamber,] Rabbin tarafından sana indirilen her şey, onların çoğunu kibirli küstahlıklarında ve hakikati inkarda daha inatçı yapacaktır. Böylece biz, Kitâb-ı Mukaddes’in takipçileri arasına82 Mahşer Günü’ne kadar [sürecek] kin ve nefret tohumları saçtık ne zaman savaş ateşi yaksalar Allah onu söndürür;83 ve onlar yeryüzünde yozlaşmayı ve çürümeyi arttırmak için ellerinden geleni yaparlar Allah ise yozlaşmaya ve çürümeye yol açanları sevmez. 65 Eğer Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicileri [gerçek] inanca ve Allah’a karşı sorumluluk bilincine ulaşmış olsalardı, Biz gerçekten onların [geçmiş] kötülüklerini siler ve onları nimet bahçelerine sokardık; 66 eğer onlar Tevrat’a, İncil’e ve Rableri tarafından kendilerine indirilmiş olan bütün [vahiy]lere uymuş olsalardı, gökyüzünün ve yerin tüm nimetlerinden yararlanırlardı. Onların bir kısmı doğru bir yol tutarlar; çoğuna gelince, yaptıkları ne kötüdür onların!84 67 EY ELÇİ! Rabbinin sana indirdiklerini tebliğ et Sen onu tam yapmadığın sürece Rabbinin mesajını [hiç] yaymamış olursun. Görevini yaparsan Allah seni [inanmayan] insanlardan koruyacaktır. Allah, hakikati inkar eden insanları doğru yola iletmez. 68 De ki “Ey Kitâb-ı Mukaddes’in takipçileri! Siz, Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen her şeye85 [tam olarak] uymadıkça inançlarınızı sağlam bir temele oturtmuş olmazsınız! Fakat [ey Peygamber,] Rabbin tarafından sana indirilenler, onların çoğunu kibirli küstahlıklarında ve inkarcılıkta daha inatçı yapacaktır. Ama hakikati inkar eden insanlara üzülme 69 çünkü, [bu ilahî kelâma] iman edenler ve Yahudi itikadına uyanlar ile Sâbiîler86 ve Hristiyanlardan Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıp, doğru ve yararlı fiillerde bulunanlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir. 70 GERÇEK ŞU Kİ, Biz İsrailoğulları’ndan kesin bir taahhüt almış ve onlara elçiler göndermiştik [ama] ne zaman bir elçi, onlara hoşlanmadıkları bir şey getirdiyse [isyan ettiler] o [elçi]lerin bir kısmını yalanladılar, diğerlerini de öldürdüler;87 71 bunu yapmakla kendilerine bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorlardı; böylece [kalben] kör ve sağır oldular. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti ama sonra onların çoğu yine körleşti, sağırlaştı. Allah onların bütün yaptıklarını görür. 72 Gerçekten, “Allah Meryem oğlu Mesih’dir” diyenler hakikati inkar etmiş olurlar; [bizzat] Mesih’in, “Ey İsrailoğulları! [Yalnızca] hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!”88 dediğini gördükleri halde. Unutmayın, kim Allah’tan başka bir varlığa ilahlık yakıştırırsa, Allah onu cennetten mahrum edecek ve böylelerinin varış yeri cehennem olacaktır ve böyle zalimler kendilerine bir yardımcı bulamayacaklardır. 73 Gerçekten, Tek Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığını gördükleri halde “Bakın, Allah üçlünün üçüncüsüdür” diyenler, hakikati inkar etmiş olurlar. Ve onlar bu iddialarından vazgeçmedikçe, hakikati inkar eden bu gibilerin başına şiddetli bir azap gelecektir. 74 Öyleyse pişmanlık içinde Allah’a yönelip O’nun bağışlamasını hâlâ dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. 75 Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir [Diğer] bütün peygamberler o’ndan önce gelip geçti; o’nun annesi, hakikatten asla sapmamış olan biriydi; ve onların ikisi de [diğer ölümlüler gibi] yiyecekle Bakın, bu mesajları onlara nasıl açıkladık ve sonra bakın, nasıl tersyüz olmuştur onların zihinleri!90 76 De ki “Allah’ın yanısıra size ne bir fayda sağlama ne de zarar verme gücü olmayan şeye mi taparsınız? Oysa yalnız Allah’tır her şeyi duyan, her şeyi bilen!” 77 De ki “Ey İncil’in takipçileri! İnançlarınız[ın içerdiği hakikat]in sınırları[nı] ihlal etmeyin;91 ve daha önce kendileri sapmış olup bir çoğunu da saptırmış olan ve doğru yoldan hâlâ sapmakta devam eden92 bir topluluğun mesnedsiz görüşlerine uymayın.” 78 HAKİKATİ inkara şartlanmış bulunan şu İsrailoğulları [zaten] Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir93 Böyledir, çünkü onlar [Allah’a] isyan ettiler; hak ve adalet sınırlarını ihlalde ısrarcı davrandılar. 79 Onlar birbirlerini yaptıkları iğrenç şeylerden vazgeçirmeye çalışmadılar yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi! 80 [Ve şimdi] onların bir çoğunun hakikati inkar edenlerle dost olduklarını görebilirsin! İhtiraslarının onları sürüklediği94 şey [öyle] kötüdür [ki] Allah onlara gazap etmiştir; ve onlar azap içinde yaşayacaklardır. 81 Çünkü, eğer onlar Allah’a, kendilerine gönderilen Peygamber’e95 ve o’na indirilen her şeye [gerçekten] inansalardı, bu [hakikat inkarcı]larını dost edinmezlerdi Ama onların çoğu sapkındır. 82 Bütün insanlar içinde [bu ilahî kelâma] inananlara en çok düşmanlık yapanların Yahudiler ve Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar olduğunu kesinlikle göreceksin; ve bütün insanlar içinde96 [bu ilahî kelâma] inananlara en çok şefkat gösterenlerin ise “Biz Hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin böyledir, çünkü onlar arasında öyle keşişler ve rahipler var ki bunlar kibre 83 Onlar Bu Elçi’ye indirileni anlamaya başladıkları zaman gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün, çünkü ondaki hakikatin bir kısmını tanırlar;98 [ve] “Ey Rabbimiz” derler, “Biz inanıyoruz öyleyse bizi hakikate şahitlik yapanlar ile bir tut. 84 Ve Rabbimizin bizi dürüst ve erdemliler arasına katmasını o kadar şiddetle arzuladığımız halde nasıl Allah’a ve bize indirilen hakikate inanmakta zaaf gösterebilirdik?” 85 Ve bu inançları karşılığı99 Allah onları, mesken edinecekleri, içinden ırmaklar akan hasbahçelerle ödüllendirecektir bu, iyilik yapanların ödülüdür; 86 hakikati inkara ve mesajlarımızı yalanlamaya şartlanmış olanlara gelince, onlar yakıcı ateşe mahkumdurlar. 87 SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah’ın size helal kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın,100 ama hakkın sınırlarını da aşmayın Allah, sınırları aşanları asla sevmez. 88 O halde, Allah’ın rızık olarak size bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanın ve iman ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. 89 ALLAH, düşünmeden ağzınızdan kaçırıverdiğiniz yeminlerden dolayı101 sizi sorumlu tutmaz, ama bilerek ve isteyerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutacaktır. Böylece, yemininizi bozma karşılığında, on yoksulu kendi ailenize yedirdiğinizin hemen hemen aynısı ile102 beslemeniz veya onları giydirmeniz veya bir insanı özgürlüğüne kavuşturmanız gerekir;103 buna imkanı olmayan ise [onun yerine] üç gün oruç tutacaktır. Her ne zaman yemin eder [ve onu bozar]sanız yeminlerinizin kefareti işte bu olacaktır. Öyleyse yeminlerinize sadık olun!104 Allah mesajlarını size böylece açıklar ki şükredici olasınız. 90 SİZ EY imana ermiş olanlar! Sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, Şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değillerdir105 O halde onlardan kaçının ki mutluluğa eresiniz! 91 Şeytan, sarhoşluk verici şeyler ve şans oyunları ile sadece aranıza düşmanlık ve nefret sokmaya ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymaya çalışır. O halde, artık vazgeçmeyecek misiniz?106 92 Öyleyse Allah’a itaat edin, Elçisi’ne de itaat edin ve [kötülüklere karşı] her zaman hazırlıklı olun Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Bizim Elçimiz’in görevi, [kendisine emanet edilen] mesajı apaçık tebliğ etmekten 93 İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler108 yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar109 ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever. 94 SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah, [hac esnasında] ellerinizin ve silahlarınızın menziline girebilen hayvanları avlama yoluyla110 sizi mutlaka sınayacaktır, ki insan idrakinin ötesinde olmasına rağmen kendisinden korkanları ayırd Bütün bunlardan sonra hakikat sınırlarını aşana gelince, onu şiddetli bir azap beklemektedir! 95 Siz ey imana ermiş olanlar! Hac yaparken av hayvanı öldürmeyin. Ve sizden kim onu kasden öldürürse,112 öldürdüğüne eş değerdeki hayvanı –iki dürüst kişinin onunla ilgili vereceği karara istinaden– kurban edilmek üzere Kâbe’ye getirerek113 tazmin etmekle yükümlüdür; yahut muhtaçları doyurmak suretiyle veya ona denk olacak kadar oruç tutarak günahının kefaretini ödemelidir114 [Bu,] yaptığı fiilin tam ağırlığını hissedebilsin diyedir. Allah geçmişi silmiştir. Ama her kim onu yeniden işlerse, Allah cezasını ona gösterecektir. Zira Allah kudret sahibidir, kötülerden intikam alandır. 96 Sularda yapılan her türlü avlanma ve denizin hem [yerleşik olan] sizler için hem de gezginler için rızık olarak su yüzüne çıkardıkları115 sizin için meşrudur;116 ama hacda iken karada avlanmanız size yasaklanmıştır. Ve hepinizin varıp toplanacağı Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. 97 Allah, Kâbe’yi, o Beytu’l-Harâm’ı bütün insanlık için bir sembol kıldı;117 ve [aynı şekilde] kutsal [hac] ayı ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar, Allah’ın göklerde ve yerde olan her şeyden haberdar olduğunu ve Allah’ın her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçla[yan sembollerdi] 98 Bilin ki Allah cezalandırmada çetindir; ve Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır. 99 Peygamber, [kendisine emanet edilen] mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir ve Allah, sizin açıktan yaptığınız her şeyi ve bütün gizlediklerinizi bilir. 100 De ki “Kötü ve çirkin olan şeyler ile iyi ve güzel şeyler mukayese edilemez,119 kötü şeylerin bir çoğu sana büyük zevk verse bile. O halde, siz ey derin kavrayış sahipleri, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki mutluluğa erebilesiniz!” 101 SİZ EY imana ermiş olanlar! [Kesin hukukî kurallar şeklinde] açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın;120 zira, Kur”an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size [hukukî kurallar şeklinde] Allah, bu konuda [sizi her türlü yükümlülükten] azad etmiştir122 Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir. 102 Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuş ve sonuçta hakikati inkara 103 BAZI hayvan cinslerinin bâtıl inançlarla işaretlenmesi ve insanların kullanımından alıkonması, Allah’ın emri değildir124 Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırırlar. Ve onların bir çoğu akıllarını asla kullanmaz 104 Zira onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Elçisi’ne gelin!” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiler bizim için kafidir” diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi? 105 Siz ey imana ermiş olanlar! Siz [yalnız] kendinizden sorumlusunuz Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır Ve o zaman Allah, size [hayatta] yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir. 106 SİZ EY imana ermiş olanlar! Ölüm size yaklaştığında ve vasiyette bulunmak üzereyken yapacaklarınız için şahitler bulundurun125 Kendi aranızdan iki dürüst kişi, yahut; eğer evinizden uzakta, seyahatte iken126 ölüm işaretleri baş göstermişse- namazdan sonra, misafir olduğunuz topluluktan iki kişiyi alıkoyun; ve eğer içinize bir şüphe düşerse her birini Allah’a şöyle yemin ettirin “Bu [sözümüzü], yakın bir akraba[nın hatırı] için olsa da hiçbir bedel karşılığında satmayacağız; ve Allah’ın huzurunda şahit olduğumuz hiçbir şeyi gizlemeyeceğiz,127 yoksa günahkarlar arasına gireriz”. 107 Ama sonradan bu iki [şahid]in [bu] günahı işledikleri ortaya çıkarsa, bu iki kişi tarafından hakları gasbedilenler arasından128 başka iki kişi onların yerini alacak ve Allah adına şöyle yemin edecekler “Bizim şahitliğimiz öteki iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur ve biz hak ve adalet sınırlarını aşmadık, yoksa zalimler arasına girmiş olurduk!” 108 Böylece insanların hakikat gereğince şahitlik yapmaları mümkün olur; yoksa onlar, yeminlerinin başkalarının yeminleri ile tekzip edileceği129 korkusuna kapılacaklardır. Öyleyse Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve [O’na] kulak verin Zira Allah sapkın bir halka doğru yolu göstermez. 109 ALLAH’IN bütün peygamberleri toplayıp onlara, “Size ne cevap verildi?” diye soracağı Gün onlar, “Bizim bir bilgimiz yok Yalnız Sensin yaratılmışların idrakini aşan her şeyi tümüyle bilen!”130 diyecekler. 110 İşte o zaman131 Allah şöyle diyecek “Ey İsa, ey Meryem oğlu! Hatırla sana ve annene bağışladığım nimetleri, seni nasıl Kutsal Ruh132 ile güçlendirerek insanlarla beşikte iken ve yetişkin bir adam olarak konuşmanı sağladığımı; ve nasıl sana Tevrat’ı ve İncil’i ihtiva eden vahiy133 ve hikmeti öğrettiğimi; nasıl Benim iznimle çamurdan, [sana uyanların] kaderini şekillendirdiğini ve sonra bunun Benim iznimle [onların] kaderi olabilmesi için ona üflediğini; ve nasıl iznimle körleri ve cüzamlıları134 iyileştirdiğini ve ölüyü ayağa kaldırdığını;135 sen İsrailoğulları’na hakikatin bütün kanıtları ile geldiğinde ve onlardan hakikati inkara şartlanmış olanların, “Bu aldatmacadan başka bir şey değildir!” dedikleri zaman onların sana zarar vermelerine nasıl mani olduğumu. 111 VE [hatırla o vakti ki] beyazlara bürünmüş olanlara,136 “Bana ve Benim Elçim’e inanın!” diye vahyetmiştim. Onlar, “Biz inanıyoruz; ve şahit ol ki kendimizi [Sana] teslim etmişiz!” diye cevap verdiler. 112 [Ve] o zaman beyaz elbiseliler, “Ey İsa, ey Meryem’in oğlu!” dediler, “Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir miydi?”137 [İsa] cevap verdi “Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, eğer [gerçek] müminler iseniz!” 113 Onlar, “Biz ondan nasiplenmek isteriz, ki kalplerimiz sükûnete ulaşsın, bize hakikati söylediğini bilelim ve biz ona şahitlik yapanlardan olalım!” dediler. 114 İsa, Meryem’in oğlu, “Ey Allah’ım, ey Rabbimiz!” dedi, “Gökten bize bir sofra gönder o, bizim için -ilkimizden sonuncumuza kadar- sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve senden bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin!” 115 Allah, “Şüphe yok ki” dedi, “Ben onu size [her zaman] Ve bu şekilde, hanginiz bundan sonra [bu] hakikati inkar ederse, bilin ki onu bu dünyada benzerine [daha] hiç kimseyi çarptırmadığım bir azaba çarptıracağım!” 116 VE İŞTE O ZAMAN Allah, “Ey İsa, ey Meryem oğlu!” dedi,139 “Sen insanlara, “Allah’tan başka tanrılar olarak bana ve anneme kulluk edin” dedin mi?” [İsa] cevap verdi “Sen yücelikte sonsuzsun! [Söylemeye] hakkım olmayan bir şeyi hiç söyleyebilir miyim? Bunu söylemiş olsaydım Sen muhakkak bilirdin! Sen benim içimdeki her şeyi bilirsin, halbuki ben Senin Zâtın’da olanı bilemem. Şüphe yok ki, yaratılmış varlıkların idrakini aşan her şeyi tam bilen yalnız Sensin. 117 Ben onlara [söylememi] emrettiğin şeyden başkasını söylemedim “Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz [olan] Allah’a kulluk edin” dedim. Ve onların arasında yaşadığım sürece yaptıklarına şahitlik ettim Ama Sen bana ölümü verdikten sonra onların koruyucusu yalnız Sen oldun140 Zaten Sen her şeye şahitsin. 118 Şayet onları azaba çarptırırsan -şüphesiz onlar Senin kullarındır; ve eğer onları bağışlarsan- şüphesiz yalnız Sensin kudret sahibi, hikmet sahibi!” 119 [VE Hesap Günü] Allah şöyle diyecektir141 “Bugün sözlerine sadık olanlar hakikate sadakatlerinin faydasını görecekler sonsuza kadar kalacakları, içinden ırmaklar akan hasbahçeler onların olacak; Allah onlardan çok hoşnuttur ve onlar da Allah’tan çok hoşnutturlar Bu büyük bir mazhariyettir”. 120 Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin hükümranlığı Allah’ındır O, dilediğini yapmaya kâdirdir. DİPNOTLAR 1 “Akd andlaşma terimi, birden fazla tarafı içine alan kesin taahhütleri yahut yükümlülükleri ifade eder. Râğıb’a göre bu ayette atıfta bulunulan andlaşmalar üç türlüdür “insan ile Allah arasındaki andlaşmalar [yani, insanın Allah’a karşı yükümlülükleri], insan ile kendi ruhu arasındaki ve birey ile [toplumun] diğer bireyleri arasındaki andlaşmalar” -böylece insanın bütün ahlakî ve sosyal sorumluluk alanı kapsanmış olmaktadır. 2 Yani, 3. ayette. Behîmetu’l-en”âm ifadesi, lafzen, “sığır [cinsi] bir hayvan” olarak çevrilebilir; ama bu gereksiz bir benzetme olacağı için, müfessirlerin çoğu, burada kasdedilenin, “otlarla beslenmesinden dolayı ve bir av hayvanı olmadığı için [ehlileşmiş] sığıra benzeyen herhangi bir hayvan” olduğu görüşünü benimsemişlerdir Râzî; ayrıca Lisânu’l-“Arab, ne”ame maddesi. Yukarıdaki ifadenin çevirisinde ben de, bu ikna edici yorumu benimsedim. 3 Lafzen, “dilediği” yahut “uygun gördüğü” yani, yalnızca O’nun bildiği bir plana uygun olarak. Hac esnasında avlanmanın yasak olduğu konusunda bkz. bu surenin 94-96. ayetleri. 4 Lafzen, “ne kurbanlara, ne de süslere” -Allah adına kurban edilmek ve etlerinin çoğu yoksullara dağıtılmak üzere hac esnasında Mekke’ye getirilmiş olan hayvanlara bir atıf. Bu tür hayvanları işaretlemek ve onların istemeyerek dünyevî yani, ticarî hedefler için kullanılmasını önlemek amacıyla boyunlarına geleneksel olarak süsler asılırdı. Bkz. ayrıca 2196 -Bu ayetin ilk kısmında geçen şe”âirallâh lafzen, “Allah’ın sembolleri” terimi, hem özel dinî merasimler için ayrılan yerleri mesela Kâbe’yi, hem de bizzat bu dinî merasimleri gösterir. Karş. Safâ ve Merve’nin “Allah tarafından konulmuş semboller” olarak tanımlandığı 2158. Yukarıdaki bağlamda özellikle hac merasimlerine atıfta bulunulmaktadır. 5 Lafzen, “hac ile ilgili sorumluluklardan kurtulduğunuz zaman” izâ haleltum. 6 Bu sure, tartışmasız olarak H. 10. yılda nazil olduğundan Taberî, İbni Kesîr, yukarıdaki ayetin, müşrik Kureyşliler’in Hz. Peygamber’i ve izleyicilerini hac için Mekke’ye girmekten alıkoymayı başardıkları H. 6. yılda Hudeybiye Andlaşmasıyla sonuçlanan olaylara atıfta bulunduğu şeklindeki bazı müfessirlerin görüşünü kabul etmek zordur. Bu surenin nüzulü esnasında Mekke zaten Müslümanların eline geçmişti ve dolayısıyla Müslümanların, o zamana kadar hemen hemen tümü İslam’ı kabul etmiş olan Kureyşliler tarafından engellenmeleri diye bir sorun yoktu. Bu nedenle, yukarıdaki emrin tarihî bir atıf olay ile sınırlandırılamayacağı, ama zamana bağlı olmayan, genel bir muhteva taşıdığı sonucuna varırız Başka bir deyişle, onun, müminleri “Mescid-i Harâm” ile sembolize edilen dinî görevlerini ifa etmekten -fiziksel veya mecazî anlamda- alıkoyan ve böylece onları inançlarından kopmaya zorlayan herkese işaret ettiği sonucuna varırız. 7 Bkz. 2 173. 8 Nusub tekili nâsibeh, İslam öncesi dönemde müşrik Kureyşlilerin çevresinde hayvanları putlarına kurban ettikleri Kâbe’nin etrafında kurulmuş olan taş sunaklardı. Ancak, Zeyd b. “Amr b. Nufeyl’in naklettiğine Buhârî göre, sadece kurbanlık hayvanlar değil, ortak tüketime tahsis edilmiş olan hayvanlar da, farazî bir “kutsama” adına orada sıkça boğazlanırdı bkz. Fethu’l-Bârî VII, 113. Bazı dilbilimciler nusub formunu tekil olarak almış, çoğulunun ise ensâb olduğunu ileri sürmüşlerdir bkz. bu surenin 90. ayeti. Her iki durumda da sözkonusu terim, “putperestlik” olarak tanımlanabilecek olan her türlü uygulama tarzına yakınlığı gösterir ve sadece lafzî anlamı ile karşılanması yanlış olur. Bu hususta keza karş. bu surenin 90. ayeti ve ilgili not 105. 9 Lafzen, “fal okları aracılığıyla [gelecek hakkında] kehanette bulunmayı amaçlamanız”. Bu, İslam öncesi Arapların gelecekte kendilerini neyin beklediğini anlamak için kullandıkları tüysüz ve uçsuz fal oklarına bir atıftır. Bu uygulamanın kapsamlı bir tarifi Lane III, 1247’de bulunabilir. Kur”an’da bu tür tarihsel atıflarda hep görüldüğü gibi, bu da, mecazî olarak kullanılmıştır ve gelecek hakkında kehanette bulunmaya veya gelecekten haber vermeye yönelik her türlü teşebbüsü yasaklamaktadır. 10 Hz. Peygamber’in çağdaşlarının şahitliğine dayanan eldeki bütün rivayetlere göre, yukarıdaki ayet -ki, bilindiği gibi Kur”an vahyini noktalayan ayettir- Hz. Peygamber’in vefatından seksenbir veya sekseniki gün önce, H. 10. yılda Zilhicce’nin 9’unda bir Cuma günü öğleden sonra Arafat’ta nazil olmuştu. Bu ayetten sonra başka hiçbir buyruk indirilmiş değildi bu durum, Allah’ın dini kemale erdirmesine ve nimetlerinin tamamını müminlere bahşetmesine yapılan atfın sebebini de açıklamaktadır. İnsanın Allah’a kendini teslim etmesi islâm, sahih dînin temeli veya temel ilkesi olarak kabul edilmiştir. Bu teslimiyet, yalnızca Allah’a inanmakta değil, ama aynı zamanda O’nun emirlerine itaat etmekte tam ifadesini bulur ve bu, Kur”an mesajının tamamlandığı duyurusunun, neden, Peygamber Muhammed s’e vahyedilmiş olan son yasal buyrukları ihtiva eden bir ayet metnine konulduğunu açıklamaktadır. 11 Lafzen, “[bir] boşluk [durumun]da” fî mahmesah. Bu ifade, genellikle “aşırı açlık durumunda” şeklinde anlaşılır; ama bu ifade, ilk bakışta “açlığın doğurduğu boşluğu” gösterdiği halde yukarıdaki ayette kehanete yapılan atıf, mahmesah teriminin aynı zamanda mecazî olarak kullanıldığına da işaret eder Yani, burada yalnızca fiilî aşırı açlık durumlarını ki, 2173’de açıkça işaret edildiği gibi, bu durumda normal olarak yasaklanmış et cinslerini yemeye izin verilmiştir değil, ama aynı zamanda, bir kimsenin kontrolü dışındaki zorlayıcı dış güçlerin onu, iradesinin tersine, normal olarak İslamî hükümlerin yasakladığı bir şeyi yapmaya zorlayabileceği diğer durumları da kapsar -mesela, hastalığın gerektirdiği ve kaçınılmaz kıldığı durumlarda uyuşturucu ilaçların kullanılması gibi. 12 Bu, ilkin, yasaklanan şeyin “hayatın güzel şeyleri” tayyibât kategorisine dahil olmadığını ve ikinci olarak da, açıkça yasaklanmayan şeylerin helal olduğunu gösterir. Kaydedilmesi gereken bir husus da şudur Kur”an, yalnızca fiziksel, ahlakî ve sosyal olarak zararlı olan şeyleri veya eylemleri yasaklar. 13 Lafzen, “eğitilmiş av hayvanlarına” mine’l-cevârihi mukellebîne. Mukelleb terimi, “[av] köpeği gibi eğitilmiş” anlamına gelir ve av için kullanılan her türlü hayvanı kapsar -tazı, atmaca, vb. 14 Öteki vahiy mahsulü dinlerin mensuplarının yiyeceklerinden yararlanma izni, elbette, yukarıda 3. ayette sayılan yasaklanmış et cinslerini kapsamaz. Aslına bakılırsa Hz. Musa Şeriatı da onları açıkça yasaklamıştır; ve bu yasakların Hz. İsa tarafından iptal edildiğine dair İnciller’de de hiçbir kayıt yoktur Hatta Hz. İsa’nın, “[Musa’nın] Şeriatı[nı] iptal etmek için geldiğimi düşünmeyin … onu iptal için değil, icra için [geldim]” Matta v, 17 dediği rivayet edilir. Böylece, Hz. İsa’nın Paul sonrası izleyicilerinin yiyecek konusunda takındıkları bu hoşgörü, onun bizzat kendi uygulamasına ve koyduğu ilkelere aykırı düşmektedir. 15 Müslüman erkeklere diğer vahyedilmiş dinlere mensup olan kadınlarla evlenme izni verildiği halde Müslüman kadınlar gayrimüslim erkeklerle evlenemezler. Sebebi İslam’ın bütün peygamberlere saygıyı emretmesine rağmen diğer dinlerin mensuplarının bir kısım peygamberleri -mesela, Muhammed s’i veya Yahudilerde olduğu gibi, hem Muhammed s’i hem de Hz. İsa’yı- reddetmeleridir. Böylece bir Müslüman ile evlenen gayrimüslim bir kadın, -bütün itikadî farklılıklara rağmen- kendi inandığı peygamberlerin İslamî çevrede tam bir saygı ile anılacaklarına emin olduğu halde, bir gayrimüslim ile evlenen Müslüman bir kadın Allah’ın Elçisi olarak gördüğü kimsenin tahkire uğraması ile her zaman karşılaşabilir. 16 Yukarıdaki pasaj, Allah’a imanı ve emirlerine uymayı işleyen bu surenin başlangıç cümlesini, yani “Siz ey imana ermiş olanlar, andlaşmalarınıza sadık olun” cümlesini adeta tamamlar. Bunun hemen ardından namaza işaret gelir çünkü, insanın Allah’a bağlılığı, en anlamlı ve bilinçli ifadesini ancak namazda bulur. 17 Bu ve izleyen pasaj ile ilgili bir açıklama için bkz. 443 ve ilgili notlar. Buradaki namaza atıf, Allah’a inançtan bahseden önceki ayetin son cümlesi ile bağlantılıdır. 18 Lafzen, “O’nun sizi bağlayan güçlü ahdini”. Bu söz, Allah’ın müminlere verdiği değil de müminlerin O’na verdiği söz olduğundan “O’nun … sözünü” ifadesindeki şahıs zamiri yalnızca bir anlama gelir Allah’ın onunla müminleri Kendisine karşı taahhüt altına sokması. 19 Lafzen, “insanlara”. 20 Lafzen, “Size el atmak üzere olduğu” Kur”an vahyinin başlangıç dönemindeki müminlerin zayıflığına ve -dolayısıyla- her dinî hareketin başlangıçtaki güçsüzlüğüne işaret. 21 Lafzen, “Onlar arasından oniki lideri gönderdiğimiz zaman”. Bu, Allah’ın Hz. Musa’ya oniki kabilenin her birinden bir öncü kişiyi İsrailoğulları’nın işgalinden önce “Kenan topraklarında istihbarat yapmak üzere” göndermesini emrettiğini söyleyen Kitâb-ı Mukaddes’deki hikayeye bir atıftır Sayılar, xiii. Burada “önder” olarak çevrilen nakîb ismi, aynı zamanda “istihbaratçı” yahut “casus” anlamına da gelir, çünkü “inceledi” veya “araştırdı” anlamına da gelen nekabe fiilinden türetilmiştir. İsrailoğulları’nın sonraki ayaklanma girişimlerine -ki Kenan’da yerleşen güçlü kabilelerden duydukları korku ile buna kalkışmışlardı karş. Sayılar, xiv- bu surenin 13. ayetinin ilk cümlesinde kısaca değinilmiş ve 20-26. ayetlerde ise daha geniş şekilde açıklanmıştır. 22 Parantez içindeki “benzer” ifadesi, yukarıda 7. ayete yapılan açık atıftan kaynaklanmaktadır. Buradaki taahhüt, Allah’ın emirlerine itaat ile ilgili olması açısından benzerdir. 23 Yani, doğru ve yararlı fiiller işlemek suretiyle. 24 Onların Allah’a güvenlerinin yetersizliğine ve inatçı günahkarlıklarına bir atıf. 25 Aynı suçlamanın İsrailoğulları’na yöneltildiği 446’ya bkz. 26 Kur”an, böylece, onların Hz. İsa’nın gerçek izleyicileri olduğu şeklindeki iddialarını dolaylı biçimde reddetmektedir çünkü Hz. İsa’yı haksız şekilde uluhiyet makamına yükselterek getirdiği mesajın özünü reddetmiş oldular. 27 Yani, onların Hz. İsa’nın gerçek öğretisinden -ve böylece sahih Allah inancından- uzaklaşmaları, sözde Hristiyan kavimleri sık sık birbirine düşüren ve sonu gelmez savaşlara ve karşılıklı öldürmelere yol açan düşmanlığın ve nefretin asıl sebebidir. 28 Bu 15-19. ayetler, Yahudilere ve Hristiyanlara seslendiğinden, el-Kitâb teriminin burada “Kitâb-ı Mukaddes” olarak çevrilmesi yerinde bir çeviridir. Unutulmamalıdır ki hafiye fiilinin birincil anlamı, “kavranamaz oldu” yahut “görünmez” veya “gizlenir oldu” şeklindedir ve geçişli ahfâ fiiline de aynı anlamlar yüklenmektedir. Elbette, geçişli haliyle fiilin aynı zamanda “[bazı şeyleri] gizledi”, yani başkalarından gizledi anlamına geldiği de şüphesizdir ama, “… size açıklamak için Elçimiz geldi” ibaresi karşısında, bu bağlamda işaret edilen şeyin kendinden bir şeyi gizlemek olduğuna şüphe yoktur Başka bir deyişle bu, Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicilerinin şimdi kendilerine bile itiraf etmeye yanaşmadıkları Kitab’ın orijinal hüviyetini tedricî olarak gizlemelerine bir işarettir. 29 Burada “kurtuluş” olarak çevrilen selâm kelimesi, İngilizce’de uygun bir karşılığa sahip değildir; içhuzurunu, kararlılığı ve hem fiziksel hem de ruhsal nitelikteki her türlü kötülükten emin olmayı ve Hristiyan terminolojisinde “kurtuluş” olarak tanımlanan hale ulaşmayı gösterir Ancak şu farkla ki, Hristiyanî kurtuluş kavramı, “ilk günah” doktrininin Hristiyanlıkta haklı gösterdiği, ama bu doktrine iltifat etmeyen İslam’ın haklı görmediği peşin a priori bir günahkarlık durumunun varlığını kabul eder. Sonuç olarak, “kurtuluş” terimi -ki daha iyi bir kelime olmadığı için kullanıyorum- selâmın tam anlamını yeterli biçimde yansıtmaz. Onun Batı dillerindeki en yakın karşılığı, her ikisi de Hristiyanî kurtuluş doktrini ile zorunlu yani, dilbilimsel bir bağlılık içinde olmadan ruhsal barış ve tatminkarlık fikrini ifade eden Almanca Heil veya Fransızca salut kelimeleridir. 30 Karş. Çıkış iv, 22-23 “İsrail Benim oğlumdur”, Yeremya xxxi, 9 “Ben İsrail’in babasıyım” ve İnciller’deki birçok paralel ifade. 31 Kur”an, bu sözler ile 12 ve 13. ayetlerde işaret edilen İsrailoğulları kıssasına yeniden dönmektedir -yani, onların “kesin taahhütlerini bozmuş” olduklarını ve Allah’a inançlarından geri döndüklerini anlatan kıssaya. Daha sonra gelen kıssa, ayrıca, önceki ayet ile doğrudan bağlantılıdır, çünkü Hz. Musa burada İsrailoğulları’na “bir müjdeci ve uyarıcı” olarak seslenmektedir. 32 Lafzen, “sizi melikler yapmış”. Müfessirlerin çoğunluğuna göre mesela, Taberî, Zemahşerî, Râzî, İsrailoğulları’nın “efendiliği/melikliği”, onların Mısır’daki köleliklerinden sonraki özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına mecazî bir işarettir ve “melik/efendi” terimi burada “kendi işlerine hakim olan” ve bu nedenle seçtiği herhangi bir hayat tarzını serbestçe uygulayabilen “özgür kişi”yi ifade eder Menâr VI, 323 vd.. 33 Lafzen, “onun içinde”. Bkz. bu surenin 12. ayetinde zikredilen oniki casusun haberini duyunca İsrailoğulları’nın kapıldığı dehşeti anlatan ve korkaklıkları ile iman zayıflıklarından dolayı cezalandırıldıklarına değinen Sayılar xiii, 32-33 ve ayrıca xiv. bâb’ın tamamı. 34 Yani, cepheden saldırarak. Kitâb-ı Mukaddes’e göre Sayılar xiv, 6-9, 24, 30, 38 Allah’tan korkan iki kişi, Kenan’ı araştırmak için gönderilen ve dehşete düşmüş İsrailoğulları’nı yalnızca Allah’a güvenmeleri için ikna etmeye çalışan oniki casus arasında bulunan Yeşu ile Kaleb idi. Kur”an’da bu kadar sık yer almakla bu İsrailoğulları kıssası, gerçek, samimi iman ile dünyevî bencillik arasındaki farklılığı göstermeye hizmet eder. 35 Yani, Tekvîn iv, 1-16’da zikredilen Kâbil ve Hâbil kıssasını. “Onlara anlat” ifadesindeki zamir, Kitâb-ı Mukaddes’in izleyicilerine râcidir ve anlamı yukarıda 28. notta açıklanan bu surenin 15. ayeti ile açıkça bağlantılıdır “şimdi size, [kendinizden] gizlediğiniz Kitab’ın bir çoğunu açıklamak… için Elçimiz geldi.” Bu Kitâb-ı Mukaddes kıssasının ahlakî yönü -Kitâb-ı Mukaddes izleyicilerinin “kendi kendilerinden gizledikleri” bir ahlakîlik- 32. ayette özetlenmiştir. 36 Lafzen, “hem benim günahlarımı hem de sizin günahlarınızı”. Çok sayıda sahih Hadis’ten açıkça anlaşılacağı gibi, eğer bir kimse, doğrudan veya dolaylı olarak kendi günahından doğmayan bir şiddet eylemi sonunda ölürse önceki günahları affedilir sebebi, eğer yaşamasına izin verilseydi edebileceği tevbeye vakit bulamamasıdır. Bir tahrikin olmadığı ölümlerde katil, -cinayet günahına ilaveten- masum kurbanının geçmişte işlemiş olabileceği, ama şimdi affedilmiş olan günahları da yüklenir Yukarıdaki ayetin bu tatmin edici yorumu, Taberî’den naklen Mücâhid tarafından yapılmıştır. 37 Nefs ismine yüklenen birçok anlam arasında başlıca, “can”, “akıl” yahut “kişilik” aynı zamanda “istek” yahut “ihtiraslı bir kararlılık” da vardır Kâmûs, bkz. ayrıca Zemahşerî’nin Esâsı Bu bağlamda en iyi karşılık “ihtiras” görünmektedir. 38 Lafzen, “bu karga gibi”. 39 Lafzen, “vicdan azabı duyanlardan oldu”. Karganın yeri eşelemesinin Kâbil’e telkin ettiği, ölü kardeşinin cesedini gömme fikri, suçunun büyüklüğünü ona açıkça gösterdi. 40 Bu ahlakî hakikat, bu surenin 15. ayetinin ilk cümlesinin işaret ettiği hususlar arasındadır ve bu hakikatin vecîz ifade tarzı, Hâbil ve Kâbil kıssasının neden bu bağlamda zikredildiğini tam olarak açıklamaktadır. “Biz İsrailoğulları’na bildirdik” ifadesi, elbette, bu ahlakın evrensel geçerliliğinden bir sapma teşkil etmez sadece onun en eski yansımasına bir işarettir. 41 Yani, Kitâb-ı Mukaddes’in hem Yahudi hem de Hristiyan izleyicilerine. 42 Le-müsrifûn şimdiki zaman ortacı, onların “sürekli olarak aşırılıklara meylettikleri yani, suçlar işledikleri”ni gösterir ve en doğrusu, “işlemeye devam ettiler” olarak çevrilebilir. Daha önceki pasajlar ışığında bakıldığında, bu “aşırılıklar”ın şiddet suçlarına ve özellikle insanların acımasızca öldürülmesine işaret ettiği anlaşılır. 43 “Elçi” terimi, bu bağlamda cins ismi olarak kullanılmıştır. “Allah’a ve Elçisi’ne savaş açmak” ile, başka insanların Allah inancını sarsmaya ve yıkmaya yönelik bilinçli davranışlarının yanısıra Allah’ın koyduğu ve bütün elçilerinin açıkladığı ahlakî ilkelere düşmanca bir muhalefet ve onların kasıtlı olarak gözardı edilmesi anlatılmaktadır. 44 Çoğu zaman klasik Arapça’da “birinin elini ve ayağını kesmek” deyimi, “birinin gücünü yok etmek” ile eş anlamlıdır ve burada da muhtemelen bu anlamda kullanılmıştır. Alternatif olarak, hem fiziksel hem de mecazî anlamda “mefluç/kötürüm hale getirilme”yi gösteriyor olabilir -tıpkı “asılma” ibaresinin “işkenceyle/azap çektirerek öldürülme” anlamında mecazî kullanımındaki gibi. Min hilâf deyimi, -ki genellikle “çapraz olarak” şeklinde çevrilir- halefehû “onunla anlaşmazlığa düştü” yahut “ona muhalefet etti” veya “ona aykırı şekilde davrandı” fiilinden türetilmiştir Sonuç olarak, min hilâfın öncelikli anlamı, “döneklikleri” veya “sapkınlıkları yüzünden”dir. 45 Klasik müfessirlerin çoğunluğu, bu pasajı bir şer”î hüküm olarak değerlendirir ve bu nedenle şöyle yorumlarlar “Allah’a ve Elçisi’ne savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayanların cezası, onların öldürülmeleri, yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut yeryüzünden sürülmeleri olacaktır bu, onların bu dünyadaki zilletleridir.” Ancak metin, aşağıdaki sebeplerle, bu yorumu teyid etmemektedir a Bu cümlede geçen dört edilgen fiil -“öldürülme”, “asılma”, “kesilme” ve “sürülme”- geniş zaman kipindedirler ve bu şekilde iken gelecek zaman veya emir halini ifade etmezler. b Yukattelû formu, sadece “onlar öldürülüyor” yahut müfessirlerin yaptığı gibi “onlar öldürülecek” anlamlarını ifade etmez; tersine -Arap gramerinin temel bir kuralı gereğince- “onların büyük kısmı öldürülüyor” anlamını gösterir; aynı şey yusallebû “pek çoğu asılıyor” ve tukatta”a “büyük kısmının kesilmesi” fiilleri için de geçerlidir. Şimdi eğer bunların “emredilmiş cezalar” olduğuna inanırsak, bu, “Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanlar”ın -tamamının değil- büyük kısmının bu şekilde cezalandırılması gerektiğini gösterirdi Ancak bu, İlahî Kanun-Koyucu’ya Şâri” atfedilemeyecek olan bir keyfîlik varsayımıdır. Ayrıca, eğer “Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açan” taraf, yalnızca bir kişiyi yahut birkaç kişiyi kapsıyorsa, “büyük kısmı” emri ona veya onlara nasıl uygulanabilir? c Dahası, yukarıdaki ayet şer”î bir hüküm olarak alınacaksa, “onlar yeryüzünden sürüleceklerdir” ibaresinin anlamı ne olabilir? Bu nokta, gerçekten müfessirleri büyük ölçüde şaşırtmıştır. Onların bir kısmı, mütecavizlerin “[İslam] topraklarından çıkarılmaları” gerektiğini düşünmüşlerdir ama Kur”an’da “yeryüzü” arz teriminin böyle sınırlı bir anlamda kullanıldığının örneği yoktur. Diğerleri de, suçluların, “yeryüzünden çıkarılmaları” anlamına gelecek bir yeraltı zindanına hapsedilmeleri gerektiği görüşündedirler. d Son olarak -ve yukarıdaki ayetin bir “şer”î emir” şeklinde yorumlanmasına karşı en güçlü itiraz olarak- Kur”an, kitlesel asılmaya ve kitlesel imhaya işaret eden tamamen aynı ifadeleri ama bu defa geleceğe yönelik kesin bir niyet ile Firavun’un ağzından müminlere karşı bir tehdit olarak nakleder bkz. 7124, 2071 ve 2649. Firavun, Kur”an’da her zaman kötülüğün ve Allah’ı inkarın tipik örneği olarak tanımlandığından, aynı Kur”an’ın başka bir yerde “Allah’ın düşmanı” olarak vasıflandırdığı bir kişiye izafe ettiği ifadelerin aynısı ile bir ilahî kanunu yürürlüğe koyması düşünülemez. Kısaca, müfessirlerin yukarıdaki ayeti “şer”î bir hüküm” olarak yorumlama gayretleri, bunu iddia eden isimler ne kadar büyük/saygın olursa olsun, kesinlikle reddedilmelidir. Diğer taraftan, ayeti -okunması gerektiği gibi- geniş zaman kipinde okursak gerçekten ikna edici bir yorum hemen kendini ortaya koyar çünkü, bu şekilde okunduğunda ayet, hemen bir durum tesbiti olarak kendini gösterir -“Allah’a karşı savaş açanlar”ın hak ettikleri cezanın kaçınılmazlığının bir ifadesi. Onların ahlakî yükümlülüklere düşmanlıkları, bütün dinî/manevî değerlerini kaybetmelerine yol açar; ve sonuçta düştükleri uyumsuzluk ve “sapıklık”, aralarında dünyevî kazanç ve güç uğruna hiç bitmeyen bir çatışmayı teşvik eder; birbirlerinden çok sayıda insan öldürürler ve birbirlerine büyük ölçüde işkence eder ve sakat bırakırlar ve sonuçta bütün bir toplum silinip gider veya Kur”an’ın belirttiği gibi, “yeryüzünden sürülürler.” Sadece bu yorum, ayette geçen bütün ifadeleri tam anlamıyla dikkate almaktadır -aşırı şiddet fiilleriyle bağlantılı “büyük kısmı” kaydı, “yeryüzünden sürülme” ifadesi ve, son olarak, bu dehşetin “Allah düşmanı” Firavun tarafından kullanılan terimlerle ifade edilmiş olması. 46 Yani, Allah’a ve O’nun koyduğu ahlakî prensiplere inancın hakim duruma geçmesinden önce Çünkü o durumda, “Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanlar”ın tevbesi hakim eğilime uyum sağlamaktan başka bir anlam ifade etmez ve bu nedenle hiçbir ahlakî/manevî değer taşımaz. Ayrıca hatırlatmalıyız ki azaptan muafiyet, âhiret ile ilgilidir. 47 Lafzen, “ve onun aynısını”. 48 Kur”an’ın öngördüğü bu cezanın son derece şiddetli oluşunun hikmeti, ancak, kimseye karşılığında bir hak verilmeksizin hiçbir görev teklîf yüklenmeyeceği şeklindeki temel İslam Hukuk prensibi dikkate alınırsa anlaşılabilir; ve “görev” terimi, bu bağlamda, aynı zamanda ceza ehliyetini de kapsar. Şimdi, İslam toplumunun her üyesinin -hem müslim hem de gayrimüslim- devrolunamaz haklarından birisi, bir bütün olarak toplum tarafından korunma hakkıdır. Sayısız Kur”an buyruğundan ve Peygamber’in öğütlerini nakleden sahih Hadisler’den açıkça anlaşılacağı gibi, her vatandaş, toplumun ekonomik kaynakları üzerinde bir paya ve böylece sosyal güvenlikten yararlanma hakkına sahiptir Başka bir deyişle, her vatandaşa, toplumun tasarrufundaki kaynaklar ile mütenasip adil bir hayat standardı sağlanmalıdır. Çünkü Kur”an, hayatın nihaî değerlerinin ruhsal mahiyette olmasından dolayı insan hayatının yalnızca fiziksel varoluş terimleriyle ifade edilemeyeceğini açıklığa kavuştururken, müminler, ruhsal gerçekleri ve değerleri insan varlığının fiziksel ve sosyal faktörlerinden ayrı görmezler. Kısaca İslam, insanın sadece ruhî ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda bedenî ve zihnî ihtiyaçlarını da karşılayacak bir toplum tasarımına sahiptir. Bu nedenle, -gerçekten İslamî olması için- bir toplum veya devlet öyle oluşturulmalıdır ki kadın ve erkek her birey, onsuz ne insan onurunun, ne gerçek özgürlüğün, ne de, son tahlilde, ruhî gelişmenin olamayacağı asgarî maddî refah ve güvenlikten yararlanabilsin Çünkü, mensuplarından bir kısmının hak etmedikleri bir yoksulluktan yakınmalarına göz yumarken diğerlerinin ihtiyaçlarından fazlasına sahip olmalarına izin veren bir toplumda gerçek bir mutluluk ve istikrara yer yoktur. Eğer bütün bir toplum, kendi kontrolü dışındaki şartlardan dolayı mahrumiyet yaşıyorsa İslam’ın ilk günlerindeki Müslüman toplulukta yaşandığı gibi, bu şekilde paylaşılan mahrumiyet, ruhî sağlamlığın ve bu sayede parlak bir geleceğin kaynağı olabilir. Ama eğer bir toplumun mevcut kaynakları, bazı toplumsal grupları refah içinde yaşatırken, toplumun çoğunluğunu emeklerinin ancak günlük yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya yettiği bir duruma düşürecek şekilde adaletsiz dağıtılmışsa, yoksulluk, ruhî gelişmenin en tehlikeli düşmanı olur ve bazan da bütün toplumu Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaştırarak ruhî gelişmeyi öldürücü bir materyalizmin kollarına iter. Hz. Peygamber şu uyarıcı sözleri ile Câmi”u’s-Sağîrde Suyûtî tarafından nakledilmiştir kesinlikle bunu kasdetmiştir “Yoksulluk kolayca hakikatin inkarına küfr dönüşebilir”. Sonuç olarak İslam’ın sosyal düzenlemeleri, her erkeğin, kadının ve çocuğun, a yeterli yiyecek ve giyecek, b yeterli barınak, c eğitimde fırsat ve imkan eşitliği, ve d sağlık ve hastalık esnasında bedava tıbbî bakım sahibi olduğu bir idarî yapı amaçlar. Böyle bir yapının gereği, toplumun her üyesine, çalışma çağında ve sağlıklı iken üretken ve kazançlı iş sahibi olma hakkının; hastalık, dulluk, zorunlu işsizlik, yaşlılık veya küçüklükten doğan imkansızlık hallerinde ise, toplum veya devlet tarafından yeterli beslenme, barınak, vb. imkanların sağlanmasıdır. Biraz önce zikredildiği gibi, böyle kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi oluşturma toplumsal yükümlülüğü, bir çok Kur”an ayetinde ortaya konulmuş ve Hz. Peygamber’in çok sayıdaki tavsiyesinde de desteklenmiş ve açıklanmıştır. Bu emirleri somut bir idarî programa dönüştüren kişi ikinci Halife Ömer b. Hattâb oldu bkz. İbni Sa”d, Tabakât III/1, 213-217; ama onun erken vefatından sonra ardından gelenler, Hz. Ömer’in yarım kalmış işlerini devam ettirecek ne geniş bir görüş ve düşünce ufkuna, ne de yeterli devlet adamlığı vasfına sahiptiler. Kur”an’ın, hırsızlığı caydırıcı bir ceza olarak şiddetli el kesme hükmü getirmesi, İslam’ın öngördüğü bu sosyal güvenlik programının gereğidir. Yukarıda belirtilen şartlarda “tahrik”in haklı bir mazeret olarak kabul edilmemesi nedeniyle ve İslam’ın sosyo ekonomik sistemi son tahlilde mensuplarının inancına dayalı olduğundan, sistem son derece hassas bir denge üzerinde durmaktadır ve her zaman titizlikle gözetilmesi gereken bir korunma ihtiyacı içindedir. Herkese tam güvenlik ve sosyal adaletin sağlandığı bir toplumda bir kimsenin toplumun diğer mensuplarının aleyhine olarak kolay ve haksız kazanç sağlama teşebbüsünde bulunması, bir bütün olarak sisteme karşı bir saldırı olarak görülmeli ve buna göre cezalandırılmalıdır Hırsızın elinin kesilmesini öngören yukarıdaki hükmün sebebi budur. Ancak, bu notun başında zikredilen prensip de akıldan çıkarılmamalıdır yani, insanın hakları ile mukabil yükümlülükleri cezaya muhatap olma da dahil arasındaki mutlak karşılıklı bağımlılık. Bütün mensupları için eksiksiz bir sosyal güvenlik sistemi oluşturamayan bir toplumda veya devlette, bir kimsenin gayrimeşru yollarla zenginleşmeye eğilimi çoğunlukla karşı konulamaz hale gelir -ve sonuçta hırsızlık, sosyal güvenliğin tam anlamıyla yürürlükte olduğu bir toplumdaki kadar şiddetle cezalandırılamaz ve cezalandırılmamalıdır. Eğer toplum, mensuplarının her biriyle ilgili yükümlülüklerini yerine getiremiyorsa, münferit ihlallere karşı ceza hukukunun hadd en sert müeyyidelerini uygulama hakkına da sahip olamaz ve bu durumda kendisini idarî cezaların daha yumuşak şekilleri ile sınırlamalıdır. Büyük Halife Hz. Ömer’in, el kesme cezasını, o dönemde Arabistan’ı etkileyen kıtlık süresince ertelemesi, bu prensibin doğru bir değerlendirmesiydi. Özetlersek, hırsızlığın cezası olarak el kesilmesinin, başka hiçbir şartta değil, yalnızca halihazırda mevcut olan ve tam olarak işleyen bir sosyal güvenlik programının bulunması halinde uygulanabileceği sonucuna rahatlıkla varabiliriz. 49 Yani, görevliler tarafından yakalanmadan önce çalınan malları iade etmek suretiyle Menâr VI, 382. 50 Lafzen, “… arasından”. 51 Bu ayet, zahiren Hz. Peygamber’e seslendiği halde Kur”an’ın bütün izleyicilerini ilgilendirmektedir ve bu nedenle bütün zamanlar için geçerlidir. Aynı kapsam genişliği, bu ayetin bahsettiği insanlar için de sözkonusudur o, sadece münafıkları ve Yahudileri zikrettiği halde, aslında, dolaylı olarak, İslam’a karşı önyargılı olan ve onun öğretileri hakkındaki yalan beyanlara isteyerek kulak veren; aydınlanmak için Kur”an’a dönmek yerine İslam’a karşı düşmanca duygular besleyen gayrimüslim “uzmanlar”ı dinlemeyi tercih eden -ki, “sana gelmek yerine…” ibaresinin anlamı budur- herkese işaret eder. 52 Yani, onlar, kendi zihnî saplantılarına uygun gördükleri için Kur”an’ın bu gibi öğretilerini kabul etmeye hazır olurlar, ama kendi eğilimlerine ters düşen hiçbir şeyi de kabul etmeye yanaşmazlar. 53 Bu, ayetin başlangıcı ile bağlantılıdır; bu nedenle parantez içi ifadeyi ekledim. Fitnenin anlamı için bkz. sure 8, not 25. 54 Suht ismi, sehate, “[bir şeyi] tamamen yok etti” fiilinden türetilmiştir ve öncelikle “yıkıma götüren herhangi bir fiilde bulunma”yı gösterir, çünkü o fiil iğrençtir ve bu nedenle yasaklanmıştır Lisânu’l-“Arab. O halde sözkonusu kelime, bizâtihî kötü olan herhangi bir şeyi ifade eder. Yukarıdaki bağlamda, ekkâlûne li’s-suht mübalağa ifadesi, “yasak olan her şeyi yani, gayrimeşru kazancı açgözlülükle tıkıştıranlar”ı, yahut daha doğrusu, “kötü olan her şeyin -yani, düşmanları tarafından Kur”an’ın etkisini yok etmek için uydurulmuş her yalan ifadenin- üstüne açgözlülükle atlayanlar”ı gösterir. 55 Yani, Allah katında neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda. Müfessirlerin çoğunluğu, bu pasajın, Medine Yahudileri tarafından karar vermesi için Hz. Peygamber’in önüne getirilen belli bir hukukî duruma veya durumlara işaret ettiği görüşündedirler. Ama, Kur”an’daki her tarihî atfın aynı zamanda genel bir muhtevaya sahip olduğu şeklindeki Kur”an prensibi ışığında bakıldığında, bu ayette işaret edilen “karar”ın, Kur”an’ın açıkça teyid veya reddettiği inançların dışındakilerin doğru olup olmadığına karar verme ile ilgili bulunduğuna inanıyorum. 56 Yani, onların kişisel sevgi veya nefretine göre değil, Allah tarafından vahyedilen ahlakî kanunları esas alarak. 57 Bu ayet, -Tevrat’ın İlahî Hukuk’un tümünü içerdiğine inanmalarına rağmen- inanmadıkları bir dinî düzenlemenin belli ahlakî sorunlar hakkındaki hükümlerinin Tevrat ile çatışan kendi kuruntularına uyum sağlayabileceği ümidiyle belli etmeden sözkonusu hükümlere yönelen Yahudilerin tuhaf düşünce tarzlarını tasvir eder. Başka bir deyişle, onlar, -inandıklarını iddia etmelerine rağmen- ne Tevrat’ın hükmüne, ne de Tevrat’ın bazı kanunlarını tasdik, bazılarını da iptal eden Kur”an’ın hükmüne teslim olmaya gerçekten hazır değildirler Nitekim, Kur”an’ın kendi zihnî saplantılarına uygun olmadığını anlar anlamaz ondan uzaklaştılar. 58 Hz. Musa Şeriatı’nın Tevrat yalnız İsrailoğulları için geçerli olduğuna ve evrensel bir geçerlilik iddiası taşımadığına işaret. 59 “Allah kelâmının kitâb bir kısmı” ifadesi, Tevrat’ın Allah’ın vahyinin tümünü kapsamadığına ve büyük bölümünün henüz vahyedilmediğine işarettir. Rabbâniyyûn teriminin izahı için bkz. sure 3, not 62. 60 Yani, İsrailoğulları’nın “Allah’ın seçilmiş halkı” ve dolayısıyla Allah’ın rahmetinin ve vahyinin biricik muhatabı olduğu şeklindeki temelsiz inanca dayanan üstünlük yanılsaması karşılığında. Bu cümlede atıfta bulunulan “mesajlar”, Kur”an’a ve Muhammed s’in gelişi ile ilgili Kitâb-ı Mukaddes’deki gaybî haberlere ilişkindir. 61 Bkz. Hz. Musa Şeriatı’nın öngördüğü son derece şiddetli cezaların ayrıntılarının verildiği Çıkış xxi, 23 vd. 62 Lafzen, “onun için bir keffaret olacaktır”. Tevrat Pentateuch -Kitâb-ı Mukaddes’de Eski Ahid’in ilk beş kitabı, yalnızca Kur”an’da değil, ama aynı zamanda Hz. İsa’nın öğretilerinde, özellikle Dağdaki Vaaz’da da büyük bir açıklıkla ortaya konulmuş bulunan bu affetme çağrısını kapsamaz Ve sonraki ayetler ışığında okunduğu zaman bu, Hz. Musa Şeriatı’nın zamanla kayıtlı niteliğine bir işaret olarak görünür. Alternatif olarak, yukarıdaki tavsiye, Kur”an’ın “vahyedilmiş sözlerin anlamını çarpıtmak” ile suçladığı bkz. yukarıda 41. ayet Tevrat izleyicilerinin sonradan tahrif ettikleri veya terk ettikleri Tevrat’ın orijinal öğretilerinin bir parçası olabilir. 63 Bu ayette iki kez ve 48. ayette de bir kez geçen mâ beyne yedeyhi lafzen, “onun elleri arasındaki” ifadesinin anlamı konusunda bkz. sure 3, not 3. 64 Muheymin ortacı, heymene, “[bir şeyi] gözetledi” veya “[onu] kontrol etti” rubâ”î fiilinden türetilmiştir ve burada Kur”an’ı geçmiş kitaplarda neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğuna karar vermenin belirleyici ölçüsü olarak tanımlamak için kullanılmıştır bkz. Menâr VI, 410 vd.. 65 Lafzen, “onlar arasında … hüküm ver”. Bu, yalnızca hukukî ihtilaflar için değil, ama aynı zamanda ahlakî anlamda neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair hükümler için de geçerlidir bkz. yukarıdaki not 55. Önceki ayette “İncil’in izleyicileri”nin ve baştaki pasajlarda da Tevrat’ın anılmasından açıkça anlaşılacağı gibi, burada sözü edilen halk hem Yahudiler hem de Hristiyanlardır. 66 “Her biriniz için” ifadesi, insanlığı oluşturan çeşitli toplumları anlatır. Şir”a yahut şerî”a terimi, lafzî olarak, insanların ve hayvanların yaşamaları için zorunlu olan su ihtiyacını karşıladıkları “su kaynağına giden yol”u gösterir ve Kur”an’da bir topluluğun sosyal ve manevî refahı için gerekli olan bir hukuk sistemini göstermek için kullanılır. Diğer taraftan minhâc terimi, genellikle soyut anlam taşıyan “açık yol”, yani bir “hayat biçimi” anlamına gelir. Ancak, şir”a ve minhâc terimleri, yalnızca belli bir inanç sistemi ile ilgili kanunları değil ama aynı zamanda Kur”an’a göre Allah’ın her peygamberi tarafından tebliğ edilen bütün değişmez, temel manevî hakikatleri de kapsayan dîn teriminden anlam olarak daha dar kapsamlıdır. Çünkü Peygamberler tarafından tesis edilen belli bir hukuk sistemi şir”a veya şerî”a ve tavsiye edilen hayat biçimi minhâc, zamanın ihtiyaçlarına ve her toplumun kültürel gelişmesine bağlı olarak değişir. İşte bu “çoklukta birlik” Kur”an’da sıkça vurgulanmıştır mesela, 2148’in ilk ayeti, 2192-93, yahut 2352 vd.. Öğretilerinin evrensel geçerliliği ve metinsel değişmezliği ile Peygamber Muhammed s’in “hâtemu’l-enbiyâ””, yani, peygamberlerin sonuncusu bkz. 3340 olması gerçeği nedeniyle, Kur”an, bütün vahiylerin zirvesini temsil eder ve ruhî/manevî tatminin en son, en mükemmel yolunu ortaya koyar. Ancak Kur”an mesajının bu benzersizliği, önceki inançların mensuplarını Allah’ın rahmetine ulaşmaktan alıkoymaz çünkü -Kur”an’ın sıkça işaret ettiği gibi- onlar arasından Tek Allah’a ve Hesap Günü’ne yani, bireyin ahlakî sorumluluğuna katıksız biçimde inananlar ve erdemlice bir hayat yaşayanlar, “ne korkacak ne de üzüleceklerdir.” 67 Yani, “kendinizi Allah’a teslim etme ve O’na itaat etme niyetinizi çeşitli bağlayıcı dinî kurallar aracılığıyla sınamak için” Zemahşerî, Râzî, “ve böylece, ilahî kaynaklı evrim kanununa uygun biçimde sosyal ve manevî olarak gelişmenizi sağlamak için” Menâr VI, 418 vd.. 68 Lafzen, “ihtilaf ettiğiniz şeyleri size bildirir” karş. sure 2, not 94. Böylece Kur”an, Allah’a inanan müslim ve gayrimüslim herkese, dinî uygulamalarındaki farklılıkların, onları karşılıklı düşmanlığa sürüklemek yerine “hayırlı işlerde birbirleriyle yarışma”ya yöneltmesi gerektiğini vurgulamaktadır. 69 Lafzen, “onlar arasında”; bkz. yukarıda not 55 ve 65. 70 Bunun anlamı, Allah’ın buyruklarının bilinçli olarak gözardı edilmesinin kendi cezasını da birlikte taşıdığıdır yani, toplumun ahlakî değerlerinin tedricî olarak çürümesi ve böylece sosyal parçalanmanın ve toplumu yok olmaya götüren çatışmaların artması. 71 Câhiliyye ile, burada, yalnızca Peygamber Muhammed s’den önceki tarihsel zaman değil, ama genelde, ahlakî bir kavrayış eksikliğinin ve bütün kişisel ve toplumsal olguların yalnızca “yararlılık” kriterine teslim edilmesinin, yani, belli bir amacın veya eylemin, sözkonusu kişinin veya mensup olunan toplumun kısa vadede ve kelimenin pratik anlamıyla menfaatleri açısından yararlı olup olmadığı endişesinin karakterize ettiği her türlü durum kasdedilmektedir. Bu “yararlılık ilkesi”, bütün ulvî dinlerin tebliğ ettiği ahlakîlik kavramına temelden ters düşmesi nedeniyle Kur”an’da “cahiliyye kanunu” hükm olarak tanımlanmıştır. 72 Birçok müfessire mesela Taberî göre bu iki toplumun her biri gerçek dostluğu yalnızca kendi mensupları için -yani, Yahudiler Yahudiler için ve Hristiyanlar da Hristiyanlar için- kabul ederler ve bu nedenle Kur”an’a tâbi olanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları beklenemez. Bkz. ayrıca 873 ve ilgili not. 73 Lafzen, “zalim halka” yani, bu konuda bilerek kötülük yapanlara. Burada atıfta bulunulan “dostluğ”un anlamı için bkz. 328 ve özellikle 4139 ve bir müminin gayrimüslimlerin hayat tarzını taklid etmesi veya -Kur”an terminolojisine göre- onlarla “dost olması” durumunda ahlakî kimliğini yitireceği vurgulamasını açıklayan ilgili dipnot. Ancak 607-9’da yeterince açıklığa kavuşturulduğu ve bu surenin 57. ayetinde işaret edildiği gibi, gayrimüslimler ile “ahlakî dostluğ”un yasaklanması, Müslümanlara karşı iyi niyetli olanlarıyla kurulan normal, dostça ilişkilere karşı bir anlam taşımaz. Unutulmamalıdır ki velî terimi birbirine yakın farklı anlam alanlarına/tonlarına sahiptir “dost”, “arkadaş”, “yardımcı”, “koruyucu”, vb. Hangi terimin -veya hangi terim kombinezonlarının- seçileceği daima hangi bağlamda kullanıldığına bağlıdır. 74 Lafzen, “onlarla ilgili olarak birbirleri ile yarıştıklarını” -onlar zamiri, düşman Yahudi ve Hristiyanlara işaret eder. Çünkü, İslam toplumu içindeki münafıklar, onların hayat tarzlarını taklide çalışarak iyi niyetleri konusunda birbirleriyle yarışırlar. 75 Lafzen, “Kendisinden…” Bazı müfessirler, bu cümlede geçen feth kelimesinin lafzî anlamı, “zafer” veya “üstünlük” Mekke’nin Müslümanlar tarafından fethedileceğine gaybî bir işaret olduğu görüşündedirler. Ancak bu varsayım doğru olamaz, çünkü bu surenin nüzulü sırasında Mekke zaten Müslümanların elindeydi. Bu nedenle feth terimi, burada açıkça ilk karşılığı olan “açma” anlamında kullanılmıştır -yani, başarı yolunun açılması. Karş. Zemahşerî’nin Esâsında ve Tâcu’l-“Arûsta zikredilen futiha “alâ fulân deyimsel ifadesi “şunlar şanslı oldular” veya “başarılı oldular”. “Kendi planının başka bir tezahürü”, gerçek müminler için hazırlanan başarıdan ayrı olarak muhtemelen münafıkların [karşılaşacağı] ilahî bir cezaya işaret olabilir. 76 Lafzen, “sizden her kim imanını kaybederse” -yani, İslam’a düşman olan gayrimüslimlere güvenmelerinin ve onları “dostları” ve manevî önderleri olarak kabul etmelerinin sonucunda. 77 “Maymun” ve “domuz”a yapılan bu göndermeyi lafzî anlamıyla alan birçok müfessirin tersine tâbi”înin meşhurlarından Mücâhid, onu, bu tür günahkarların maruz kalacağı ahlakî çöküntünün mecazî bir tanımı mesel olarak açıklar Onlar, maymunlar gibi ne yapacakları önceden tahmin edilemeyen ve domuzlar gibi şehvet kurbanı olurlar Menâr VI, 448. Bu yorum, Taberî tarafından da 265 ile ilgili açıklamasında nakledilmiştir -“şeytanî güçler” tâğût ifadesi konusunda bkz. sure 2, not 250. 78 Ardından gelen ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, küçümseyicilerden de daha kötü durumda olan günahkarlar, münafıklar ve özellikle onlar arasından Kitâb-ı Mukaddes’e inandıklarını iddia edenlerdir çünkü, vahiy aracılığıyla aydınlatılmış olduklarından bu tür davranışlarının hiçbir mazereti yoktur. 64. ayette özellikle Yahudilerden söz edildiği halde 66. ayette İncil’e yapılan atıf, Hristiyanların da bu ithamın dışında kalmadıklarını açıkça gösterir. 79 Lafzen, “onlar hakikatin inkarı ile gelir ve onunla ayrılırlar”. 80 Beğavî”ye göre rabbâniyyûn din adamları -bkz. sure 3, not 62, bu bağlamda, Hristiyanların ruhanî liderlerini; ahbâr ise Yahudi alimlerini “rabbiler” temsil eder. “Kötülüğe saplanma” konusunda bkz. yukarıdaki 54. not. 81 “Bir kimsenin eli sıkıdır” ibaresi, cimriliği gösteren mecazî bir ifadedir, tıpkı tersinin -“onun eli açıktır”- cömertliğe işaret etmesi gibi Zemahşerî. Ancak bu iki ibare daha geniş bir anlama da sahiptirler sırasıyla, “güç/kudret eksikliği” ve “sınırsız güç/kudret” Râzî. Öyle görünüyor ki Medine Yahudileri, Müslümanların yoksulluğunu görünce, onların Allah yolunda mücadele ettikleri ve Kur”an’ın ilahî vahiy olduğu şeklindeki inançlarını küçümsediler. Böylece, bu ayette zikredilen Yahudilerin, “Allah’ın eli sıkıdır” deyişi ve 3181’deki paralel söz, “Allah fakir olduğu halde biz zenginiz”, onların İslam’a ve Müslümanlara karşı tavırlarının dolaylı bir tanımıdır. O öyle bir inkar ve tezyif tavrıdır ki şu şekilde ifade edilebilir “Eğer siz Müslümanların Allah’ın iradesini yerine getirdiğiniz doğru olsaydı, Allah size kudret ve zenginlik verirdi; oysa sizin yoksulluğunuz ve zayıflığınız sizi yalanlamaktadır; yahut sizin bu iddianız, aslında Allah’ın size yardım edemediğini söylemek demektir.” Ancak Kur”an’da çok sık başvurulan bu çarpıcı dolaylı ifade tarzı îcâz işaret ettiği tarihsel şartları çok aşan bir anlam taşır yani, dünyevî zenginlikleri yahut güçleri manevî açıdan “doğru yolda olmak” ile haksız biçimde özdeşleştiren bir zihinsel tavrı tasvir eder. Bir sonraki ayette Kur”an, bu tavrı ele alır ve maddî başarıyı Allah’ın rızasını kazanmış olmanın bir kanıtı olarak görenlerin manevî hakikatlere karşı körleştiklerini ve bu nedenle ahlâken zaaf sahibi ve Allah katında lânetlenmiş olduklarını aynı dolaylı ifade tarzı ile ilan eder. 82 Lafzen, “onlar arasına”. Buradaki şahıs zamiri, 57-63. ayetlerde sözü edilen Kitâb-ı Mukaddes’in -hem Yahudi hem de Hristiyan- münafık takipçilerine işaret eder Taberî karş. “kendilerine unutmamaları emredilen şeylerin çoğunu unutmuş” olan Hristiyanlar ile ilgili benzer bir ifade içeren bu surenin 14. ayeti. 83 Yani Allah, savaşan taraflardan hiç birine çatışmalarını nihaî bir zafer ile sonuçlandırmaları izni vermez ve sonuçta “düşmanlık ve kin” ile yaşamaya devam ederler. 84 “Gökyüzünün ve yerin bütün nimetlerinden yararlanırlardı” ibaresi lafzen, “üstlerindekinden ve ayaklarının altındakilerden yerlerdi”, hem manevî bir hakikatin gerçekleştirilmesi ile birlikte ortaya çıkan nimete, hem de Kitâb-ı Mukaddes’in gerçek öğretilerinde mevcut olan ahlakî prensiplere uygun davranmanın ardından gelen sosyal mutluluğa bir işarettir. Unutulmamalıdır ki, “eğer onlar Tevrat ve İncil’e… gerçekten uymuş olsalardı lev ennehum ekâmû” ibaresi, bu kitaplara, Kur”an’ın Yahudileri ve Hristiyanları sıkça suçlamasına konu teşkil eden “kuruntu ve zan” eseri keyfî çarpıtmalardan uzak şekilde ve aslî anlamlarıyla uymayı kasdeder -Yahudilikteki “seçkin halk” kavramı yahut Hz. İsa’nın sözde uluhiyeti ve Hristiyanların “vekaleten kefaret” doktrini gibi. 85 Yani, Allah’ın birliğini vurgulayan ve Peygamber Muhammed s’in gelişi ile ilgili gaybî haberlerle dolu olan Eski Ahid’in bütün diğer ilahî kaynaklı kitaplarına Râzî. Bu ifade, Kitâb-ı Mukaddes’in bugünkü şekliyle birçok değişiklik ve tahrifata uğradığını vurgulayan mükerrer Kur”ânî beyanlar ile bağlantılı olarak değerlendirilmelidir. 86 Bkz. sure 2, not 49. 87 Lafzen, “ve diğerlerini de öldürüyorlar”. Geçmiş zaman kipinden şimdiki zamana yektulûn geçişin anlamı konusunda bkz. sure 2, not 72. 88 Karş. Matta iv, 10; Luka iv, 8; Yuhanna xx, 17. 89 Bu pasajın anlamı, Hz. İsa’nın kendisinden önce yaşamış diğer bütün peygamberler gibi sadece bir fâni olduğu ve Hz. Meryem’in kendisinin hiçbir zaman “Allah’ın annesi” olduğunu iddia etmediğidir. 90 Lafzen, “onlar [hakikatten] nasıl sapmışlardır”. Efeke fiili, öncelikle, “[bir kimseyi veya bir şeyi] geri çevirdi” anlamına gelir soyut anlamıyla, çoğunlukla “o yalan söyledi” demektir çünkü, yalan, hakikatten uzaklaşmaya işaret eder. Ufike edilgen kalıbı, çoğu zaman, “o, görüşünden yahut “yargısından” saptı” ve böylece, “onun zihni tersyüz oldu” veya “saptırıldı” anlamlarına sahiptir. Karş. Kâmûs ve Tâcu’l-“Arûs; ayrıca Lane I, 69. 91 Karş. 4171. Bu pasaj, öncekiler gibi, Hz. İsa’ya sevgilerinin, o’nu uluhiyet derecesine yükselterek “hakikatin sınırlarını ihlal etme”lerine sebep olduğu Hristiyanlara hitab etmektedir ehlu’l-kitâbı bu bağlamda “İncil’in takipçileri” olarak çevirmemin sebebi budur. 92 Lafzen, “doğru yoldan sapmış olan”; yani, bugüne kadar bu durumda ısrar eden Râzî zaman içinde ilahlığı dinî önderlerine yakıştırmaya başlayan -dinler tarihinde çok sık karşılaşılan bir olgu- birçok topluluğa işaret. 93 Karş. Mezmurlar lxxviii, 21-22, 31-33 ve diğerleri; ayrıca Matta xii, 34 ve xxiii, 33-35. 94 Lafzen, “ihtiraslarının enfusuhum onlara telkin ettiği”. Nefsin “ihtiras” olarak çevrilmesi konusunda bkz. bu surenin 30. ayeti, not 37. Burada kasdedilen, onların kendilerini “Allah’ın seçkin topluluğu” olarak görmedeki inatçılıkları ve sonuçta, başkalarına bahşedilmesi muhtemel olan vahiyleri reddetmeleridir. 95 Lafzen, “Peygamber’e”. Zemahşerî ve Râzî”ye göre, işaret edilen peygamber, Yahudilerin tâbi olduklarını iddia ettikleri -Kur”an’ın dolaylı olarak reddettiği bir iddia- Musa peygamberdir. 96 Lafzen, “onlardan”. 97 Yani, onlar Yahudilerin yaptığı gibi o vahyin İsrailoğulları’na özgü bir lütuf olduğuna inanmazlar ve onların “papazları ve keşişleri”, tevazuun bütün gerçek itikatların özü olduğunu onlara öğretirler -Burada kayda değer husus şudur Kur”an, bu bağlamda, Hristiyanları “Allah’ın yanısıra başka herhangi bir kimseye veya şeye ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar” ellezîne eşrakû -geçmiş zaman kipinin kullanımında ifadesini bulan kasıt unsuru burada da vardır tıpkı ellezîne keferû ve ellezîne zalemûda olduğu gibi arasında saymamıştır çünkü Hristiyanlar Hz. İsa’yı ilahlaştırarak şirk günahı “Allah’ın yanısıra başka bir kimseye veya şeye ilahlık yakıştırmak” işledikleri halde birden fazla ilaha bilinçli olarak tapmazlardı, çünkü onların akîdesi, teorik olarak, kendisini, bir görüntüler veya “kişiler” üçlüsünde -ki Hz. İsa’nın da bu üçlüden birisi olduğu kabul edilir- tezahür ettirdiği düşünülen Tek Allah inancını varsayar. Bu doktrin Kur”an’ın öğretilerine ne kadar ters düşse de onların şirki bilinçli bir niyete dayanmaz; tersine, onların Hz. İsa’yı kutsamaları da “hakkın sınırlarını ihlal etme”lerinden kaynaklanır bkz. 4171, 577. Karş. bu bağlamda 623 ile ilgili not 16’da zikredilen Râzî’nin mülahazaları. 98 Mimmâ “arafû mine’l-hakk ibaresinin bu şekildeki çevirisi konusunda bkz. Zemahşerî ve Râzî; ayrıca Menâr VII, 12. İzâ semi”û ifadesini “anlamaya başladıkları zaman” şeklinde çevirmeme gelince, unutulmamalıdır ki semi”a fiili, ilk anlamı olan “işitti”nin ötesinde, çoğu zaman “anladı” veya “anlamaya başladı” karşılıklarına da sahiptir karş. Lane IV, 1427. 99 Lafzen, “söyledikleri karşılığı” -yani, inanç olarak ifade ettikleri Zemahşerî. 100 Müfessirlerin çoğunluğu -Taberî, Zemahşerî ve Râzî de dahil olmak üzere- lâ tuharrimû lafzen, “yasaklamayın” yahut “yasak ilan etmeyin” ifadesini benim yukarıda verdiğim anlamda açıklamışlar ve bunun özellikle, Hristiyan papazlar ve keşişler tarafından uygulanan, kendisine eziyet etme tavrına çileciliğe işaret ettiğini belirtmişlerdir. Tayyibât terimi, hayatın bütün iyi ve güzel şeylerini kapsar- “insanların arzuladığı ve kalplerinin eğilim duyduğu zevk verici şeyleri” Taberî onu “hayatın güzellikleri” olarak çevirmemin nedeni budur. 101 Lafzen, “yeminlerinizdeki düşüncesizce bir söz lağv için”. Bu deyim, öncelikle, kişinin İslamî kuralların yasaklamadığı şeylerden yani, “hayatın güzelliklerinden” kendini mahrum etmesini amaçlayan yeminlere ve genel olarak da önceden düşünülmeden, yani, kızgınlıkla yapılmış bütün yeminlere işaret eder karş. 2224-225; ayrıca 38 44 ve ilgili not 41. 102 Lafzen, “ailenizi beslediğinizin benzeri ile”. 103 Lafzen, “onun kefareti … olacaktır” -buradaki zamir, yemini bozma günahına işaret eder. Kullanıldığı bağlamdan açıkça anlaşıldığı gibi, bu kefaret ihtimali -bu surenin başlangıç cümlesinde açıkça ifade edildiği gibi- bir müminin elinden geldiği kadar dürüstçe riayet etmek zorunda olduğu, başka kişileri etkileyen bilinçli taahhütler ile değil, yalnızca “düşünmeden telaffuz edilen yeminler” ile ilgilidir. Bu genel kuralın istisnaları konusunda bkz. sure 2, not 212. 104 Yani, “onları iyice düşünmeden ve sıkça yapmayın” Râzî. 105 Bütün lugat bilginlerine göre hamr hamera fiilinden türetilmiştir “gizledi” yahut “örttü/engelledi” kelimesi, aklın işleyişini engelleyen her türlü maddeyi, yani, sarhoşluk veren maddeleri ifade eder. Bu nedenle, bu ayette ortaya konulan sarhoşluk veren maddeler ile ilgili yasaklama, yalnızca alkollü içecekleri değil, ama aynı zamanda benzer etki yapan ilaçları da kapsar. Bu genel yasağın tek istisnası, bu surenin 3. ayetinin son cümlesinde öngörüldüğü gibi, “zaruri ihtiyaç” bu kelimelerin en dar anlamları ile hallerinden doğar bu da, hastalığın veya bir bedensel yaranın uyuşturucu ilaçları yahut alkolü gerekli ve kaçınılmaz kıldığı hallerdir -“putperestçe uygulamalar” ensâb, lafzen, “putperestçe sunak taşları” ifadesi konusunda bkz. bu surenin 8. notu. Bu terimin mecazî olarak kullanıldığına ve putperestçe nitelikler taşıyan bütün uygulamaları -azîzlere tapınma, bazı cansız nesnelere “olağanüstü” vasıflar yükleme, her türlü bâtıl inanca dayalı tabulara teslim olma, kapsadığına inanıyorum. “Gelecek hakkında kehanette bulunmak” olarak çevirdiğim ifadenin ezlâm, lafzî anlamı, “fal-okları” bir açıklaması için bkz. bu surenin 3. ayetinin ikinci paragrafı ile ilgili not 9. 106 Lafzen, “Artık vazgeçersiniz, değil mi?” -vazgeçmenin gerekliliğini anlatan beliğ bir soru. 107 Bu, Hz. Peygamber’in halkı inanmaya zorlayamayacağına ve bu nedenle, bunu gerçekleştirememekten dolayı sorumlu tutulamayacağına işaret eder. 108 Lafzen, “her yediklerinde” yahut “tattıklarında” fî-mâ ta”imû bir günah yoktur.” Öncelikli anlamı “yemek yedi” olan ta”ime fiili, hem yeme ve içmeyi, hem de -mecazî olarak- arzu edilen herhangi bir şeyden “yararlanma”yı kapsar. Müfessirlerin çoğunluğu, bu ayetin yukarıda 90. ayette zikredilen yasakların ilanından önce ölmüş olan müminler ile ilgili olduğunu varsayarlar. Ancak, bana öyle görünüyor ki bu ayet daha geniş bir anlama sahiptir ve “hayatın güzelliklerinden nasip alma” ile ilgilidir -yani, Allah’ın yasaklamadığı ve bu nedenle, müminlerin kendilerini onlardan mahrum etmek zorunda olmadığı şeyler ile karş. yukarıdaki 87. ayet. 109 Lafzen, “ve sonra sümme” artışı ve yoğunlaşmayı ifade eden bir ifade tarzı Râzî. Bu nedenle, sümme bağlacı -bu cümlede iki defa geçmiştir- benim tarafımdan ilk örnekte “[onlar] … etmeye devam etsinler” olarak ve ikinci örnekte “[Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine] daha çok varsınlar” şeklinde çevrilmiştir. 110 Lafzen, “sizin ellerinizin ve mızraklarınızın ulaş[abil]eceği bir av ile”. 111 Bu ayet ile Kur”an, bu surenin 1. ayetinde dile getirilen hac süresince avlanmanın yasaklanması konusuna geri dönmektedir. “Sınama”, aslında meşru olmasına [ve bu nedenle, önceki ayet gereğince, müminlerin normal olarak yapabilecekleri şeyler arasında bulunmasına] rağmen, avlanmanın hac zamanında yasaklanması gerçeğinden doğmaktadır -benim “insan idrakinin ötesinde olmasına rağmen” şeklinde çevirdiğim bi’l-ğayb ifadesi konusunda bkz. sure 2, not 3. 112 Bu ayetin son cümlesinden anlaşıldığına göre, burada atıfta bulunulan “kasden” öldürme ile, önceki ayetin o kadar şiddetle kınadığı, “hakikat sınırlarının” isteyerek ve ısrarla “aşılması” değil, yalnızca münferit bir olay yahut bir ilk ihlal kasdedilmektedir. Unutulmamalıdır ki “av” sayd terimi, bu bağlamda, yalnızca eti yenebilir hayvanlar ile ilgilidir Nitekim, birçok sahih Hadis’e göre, tehlikeli veya vahşi bir hayvanın, mesela bir yılanın, akrebin, kuduz köpeğin vb. öldürülmesi hac zamanında bile serbest bırakılmıştır. 113 Yani, yoksullar arasında dağıtılmak üzere. Bu bağlamda Kâbe, mecazî olarak, yalnız mâbedin kendisini değil ama Mekke’nin kutsal çevresini de ifade eder Râzî. “İki dürüst kişi”den, öldürülen yabanî hayvanın yaklaşık et değerini tesbit etmeleri ve buna dayanarak hangi evcil hayvanın bunun karşılığında kurban edileceğine karar vermeleri beklenir. 114 Lafzen, “yahut muhtacı doyurmak veya oruç tutmak suretiyle buna denk bir kefaret [ödeyecektir].” Bu iki alternatif, öldürdüğü ava değer olarak denk düşecek bir baş sığırı veya sığırları temin edemeyecek kadar, yahut -son olarak zikredilen alternatifte- başka insanları doyuramayacak kadar yoksul olan bir hacı için geçerlidir. Ne Kur”an ne de sahih Hadisler, doyurulması gereken yoksul adedi veya oruç tutulacak gün adedi hakkında hiçbir belirleme yapmadıklarından, bu ayrıntılar, açık olarak kişinin vicdanına terk edilmiştir. 115 Lafzen, “denizin avı ve … onun yiyeceği”. Bahr terimi, herhangi bir geniş su birikintisini gösterdiğinden, klasik müfessirler ve hukukçular, yukarıdaki emrin denizlerden, ırmaklardan, göllerden veya havuzlardan çıkan bütün av hayvanlarını kapsadığında ittifak etmişlerdir Taberî. Ta”âmuhû lafzen, “onun yiyeceği” ibaresindeki zamir bahr kelimesine râcidir ve böylece, dalgaların kıyıya sürüklediği balıkları ve diğer deniz hayvanlarını gösterir Taberî, Râzî. Ancak Zemahşerî, zamirin bu şekildeki avın sayd nesnesi ile ilgili olduğunu söyler ve sonuçta ibareyi “onu yeme” şeklinde anlar. Bu her iki okuma şekli de orijinal metin ile uyumludur, çünkü yukarıdaki ayet, karada avlanmak saydu’l-berr hacıya yasak olduğu halde her türlü su avının müminler için -hac sırasında bile- meşru olduğu ilkesini koymaktadır. 116 Hasan Basrî’ye göre Taberî’nin naklettiği gibi, bu ayette zikredilen “gezginler”, bu anlam örgüsü içinde “hacılar” ile eş anlamlıdır Başka bir deyişle, her türlü su avı, müminlere hacda olup olmadıklarına bakılmaksızın meşru kılınmıştır. 117 Hacılar veya hacı olmayanlar tarafından yapılan bütün avlanmalar Kâbe alanı içinde -yani, Mekke bölgesinde ve çevresinde- yasaklanmıştır; çünkü orası bütün canlılar için bir sığınaktır emn bkz. 2125. Bunun Hz. İbrahim ile ilişkisi konusunda bkz. 2125 vd. ve ilgili dipnotlar. Bu sığınağa şeklinden dolayı verilmiş olan Kâbe ismi, herhangi bir “kübik yapı”yı ifade eder. Öyle görünüyor ki Kâbe’yi ilk inşa eden kişi çünkü Hz. İbrahim zamanından beri Kâbe, birçok defa, her zaman aynı şekilde olmak üzere yeniden inşa edilmiştir, insanın mimari güzellik aracılığıyla tasavvur edebileceği her şeyin ötesinde bir ihtişam sahibi olan Allah fikri karşısındaki hiçliğinin ve ürküntüsünün bir temsîli olarak, onu hayal edilebilir en basit üç boyutlu bir küp şeklinde inşa etmeyi tercih etmiştir. Bu sembolizm, soyut anlamıyla, “[insanların] işlerinin sağlamlaştırılması veya düzeltilmesinin ölçüsü”nü gösteren kıyâm lafzî karşılığı, “destek” veya “orta-direk” teriminde açıkça ifade edilmiştir Râzî kıyâm li’n-nâsı “bütün insanlık için bir sembol” olarak çevirmemin sebebi budur. 118 Lafzen, “bu, Allah’ın … olduğunu bilmeniz içindir”. “Boyunlarında takı olan kurbanlıklar” lafzen, “kurbanlıklar ve takılar”, kurbanlık hayvanlara bir atıftır bkz. bu surenin 4. notu. Böylece hac ve ona bağlı merasimler, insanın Allah’a teslimiyetinin sembolleri olarak ifade edilmektedirler. 119 Lafzen, “kötü şeyler ile iyi şeyler eşit olamazlar”. 120 Bu ayet, 99. ayet ile doğrudan bağlantılıdır “Peygamber, [kendisine emanet edilen] mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir”. Yukarıdaki ifade, “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim” bu surenin 3. ayetinde geçmiştir cümlesi ile birlikte okunduğunda, müminlerin, Kur”an’ın ve Hz. Peygamber’in açık şekilde ortaya koydukları emirlerden “ilave” kurallar çıkarmaya çalışmamaları gerektiğine işaret eder, çünkü bu onlara “zorluk çıkarabilir” -yani, yüzyılların akışı içinde ortaya çıktığı gibi, müminlere, Kur”an’da ve Hz. Peygamber’in mütevatir emirlerinde hukukî kurallar olarak vaz”edilmiş olanların üstünde ve dışında ilave yükümlülükler getirir. Bazı büyük Müslüman alimler, bu ayete dayanarak şu sonuca varmışlardır İslam Hukuku, bir bütün olarak, Kur”an’ın ve Hz. Peygamber’in emirlerinin zahirî anlamlarından çıkarılan açık kurallardan başka şeyleri kapsamaz. Bu nedenle, bu tür açık seçik buyrukların kapsamını sübjektif metodlar ile genişletmeye izin verilmemiştir. Bu problemin en yararlı, aydınlatıcı bir değerlendirmesi, İbni Hazm’ın Muhallâsının girişinde görülebilir, cilt I, 56 vd. Bu, elbette, Müslüman toplumu, gerekli olduğunda Kur”an’ın ve Hz. Peygamber’in öğretilerinin ruhu ile uyumlu, geçici her türlü düzenlemeyi yapmaktan alıkoymaz ama açıkça anlaşılmalıdır ki bu tür ilave düzenlemeler, İslam Hukuku’nun şerî”at aslî unsuru olarak görülemezler. 121 Yani, arzu edilmeyecek bazı sonuçlar ihtiva eder şekilde. Bu meselenin bir tasviri, Ebû Hureyre’den rivayeten Müslim’de nakledilen şu Hadis’te görülebilir Hz. Peygamber, vaazlarından birinde şöyle dedi “Ey ümmetim! Allah size haccı farz kıldı öyleyse onu ifa edin.” Bunun üzerine birisi sordu “Her yıl mı, ey Allah’ın Rasûlü?” Hz. Peygamber sesini çıkarmadı; adam soruyu iki defa daha tekrarladı. Sonra Hz. Peygamber şunları söyledi “Eğer evet deseydim [haccı her yıl ifa etmek] üzerinize farz olurdu ve bu da şüphesiz gücünüzün üzerinde bir şey olurdu. Değinmeden bıraktığım konular hakkında bana soru sormayın; nitekim sizden önce, peygamberlerine çok soru sordukları ve sonra da [onların öğretileri üzerinde] anlaşmazlığa düştükleri için helak olmaya kadar giden toplumlar vardır. O halde, size herhangi bir şeyi emredersem onu gücünüzün yettiği kadar yapın ve size bir şeyi de yasaklarsam ondan uzak durun.” Bu Hadisi yorumlayan İbni Hazm şunları söyler “Bu Hadis, dinin bütün kurallarını ahkâmu’d-dîn baştan sona içine alır -Hz. Peygamber’in ne emrederek ne de yasaklayarak hiç sözkonusu etmediği şeyler serbest bırakılmış mübâh demektir, yani, ne yasaktır, ne de zorunludur; emrettiği şeyler zorunludur farz, yasakladığı şeyler ise gayrimeşrudur harâm; ve bize yapılmasını emrettiği şeyler yalnızca gücümüz ölçüsünde bizi bağlayıcıdır” Muhallâ I, 64. Ancak unutulmamalıdır ki “Peygamber” terimi, bu bağlamda Kur”an’ı ifade eder, çünkü Kur”an’ın mesajı Hz. Peygamber aracılığıyla insanlığa iletilmiştir. 122 Yani, Allah, bazı konuları değinmeden bırakmak suretiyle onları insanların ihtiyârına terk etmekte; böylece insanların kendi vicdanları ve toplumun menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerine imkan vermektedir. 123 İbni Hazm’ın geliştirdiği yasama prensiplerini esas alan Reşid Rıza yukarıdaki ayeti şöyle açıklar “Birçok hukukçumuz fukahâ”, kendi sübjektif kıyas yöntemleriyle insanların dinî yükümlülüklerini tekâlîf gereksiz yere genişletmişler, böylece, [Kur”an’ın] apaçık dilinin sona erdirdiği güçlüklere ve karmaşıklıklara yeniden hayatiyet kazandırmışlardır Bu da, birçok Müslümanın ve yönetimlerinin İslam Hukuku’nun bütünlüğünden uzaklaşmalarına yol açmıştır” Menâr VII, 138. 124 Lafzen, “Allah, behîra, sâibe, vesîle ve hâm [şeklindeki hayvanlar]dan bir şey emretmemiştir”. Bu ifadeler, İslam öncesi Arapların, meralara salarak ve kullanılmalarını veya kesilmelerini yasaklayarak muhtelif tanrılarına adamayı âdet edindikleri bazı evcil hayvan cinslerini gösterir. Bu hayvanlar, sayılarına, cinsiyetlerine ve soylarına göre seçilirlerdi ama lugatçiler ve müfessirler, bunların tanımında hiçbir şekilde anlaşamamışlardır. Bu sebepten dolayı -ve içlerinde taşıdıkları karmaşıklık nedeniyle- yukarıdaki dört terim başka herhangi bir dile çevrilemezler. Sonuç olarak, onları metin içinde, “bâtıl inançlarla işaretlenmiş ve insanların kullanımından alıkonmuş belli hayvan cinsleri” olarak çevirdim bu, bütün otoritelerin ittifakıyla, dört cins hayvanın ortak vasfı olarak görülür. Onların burada ve dolayısıyla, 6138-139 ve 143-144’de zikredilmeleri, önceki iki ayette işaret edilen ve ilgili dipnotlarında açıklanan, bazı sözde “dinî” yükümlülüklerin ve yasakların keyfî şekilde uydurulmasının bir tasvirini amaçlar. 125 Lafzen, “herhangi birinize ölüm yaklaştığında vasiyet[inizi yaptığınız] zaman aranızda” -yani, sizinle mirasçılarınız arasında- “şahit bulunsun”. 126 Lafzen, “yeryüzünde dolaşırken”. Müfessirlerin çoğuna göre karş. Râzî minkum lafzen, “aranızdan” ifadesi, burada, “kendi aranızdan”, yani, İslam toplumunun içinden anlamına gelir. 127 Lafzen, “Allah’ın şahitliğini gizlemeyeceğiz”. 128 Yani, ölenin hak sahibi mirasçıları arasından. 129 Lafzen, “onların yeminlerinden sonra [karşıt] yeminler yapılmasın”. 130 Karş. yukarıda 99. ayet “Peygamber, [kendisine emanet edilen] mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir” -çünkü o, ne insanları doğru yola gelmeleri için zorlayabilir ne de onların kalplerinden ne geçtiğini bilebilir. Bkz. 441-42. 131 Cümlenin başında kullanıldığında izi bazan “İşte o zaman” diye çevirmem konusunda bkz. sure 2, not 21. Bu ünlem, yukarıdaki bağlamda, dolaylı olarak, peygamberlerin ilahî mesajı tebliğ ettikleri kimselerin tepkilerinden sorumlu olmadıklarını ifade eden önceki pasaj ile bağlantılıdır aşağıdaki 116-117. ayetlerde tam anlamıyla ortaya konulan bir bağlantı. 132 Bkz. sure 2, not 71. 133 Lafzen, “ve Tevrat ve İncil”i. Bu cümleciğin başındaki “ve” bağlacı, hem Tevrat’ın hem de İncil’in Hz. İsa’ya bahşedilen vahiyde kitâb kapsandıkları gerçeğini vurgulamayı amaçlar. Tevrat daha önceki bir vahiy olmasına rağmen, onun “İsa’ya öğretildi”ği belirtilmiştir; çünkü Hz. İsa’nın risalet vazifesi, İncil tarafından lağvedilmeyip sadece tasdik edilen Hz. Musa Şeriatı’na dayanmaktaydı karş. Matta v, 17-19. “Beşiğinde” ifadesi konusunda bkz. sure 3, not 33 ilk cümle. 134 Bkz. 349 ve ilgili not 37. 135 Bkz. sure 3, not 38. 136 Yani, Hz. İsa’nın havarilerine bkz. sure 3, not 42. 137 Kur”an’ın genel kabul görmüş olan kıraat şeklinde, bu ifade, hel yestetî”u rabbuke, yani, “Rabbinin gücü yetebilir mi?” yahut “yeter miydi?” yahut “muktedir midir?” şeklindedir. Ancak bu kıraat şekli, zahiren, Allah’ın dilediği herhangi bir şeyi yapabilme kudreti ile ilgili esaslı bir şüpheyi ki, Kur”an’da Hz. İsa’nın havarilerinin sağlam müminler olarak tanımlanmaları ile uyuşmayan bir isnad îma edebileceğinden, müfessirlerin çoğunluğu, havarilerin bu sorusunu, bir kimsenin başka birine “Benimle gelir misin?” diye sormasına benzetirler -ki bu, sorulan kişinin gitme kudreti ile ilgili bir şüpheyi değil, tersine gitme arzusu ile ilgili bir belirsizliği yansıtır karş. bu konuda Taberî, Beğavî, Râzî, Râğıb, ayrıca Menâr VII, 250 vd. Ancak Hz. Peygamber’in önde gelen birçok sahâbîsi’nin -Hz. Ali, İbni “Abbâs, Hz. Ayşe ve Mu”âz b. Cebel- sözkonusu ifadeyi “Rabbinden isteyebilir miydin?” şeklinde çevrilebilecek olan hel testetî” rabbeke olarak okudukları gerçeği ile ilgili bazı delillere sahibiz Taberî, Zemahşerî, Beğavî, Râzî, İbni Kesîr Bu, havarilerin Hz. İsanın Allah’tan yukarıdaki talepte bulunabilme kudreti kelimenin manevî anlamıyla hakkındaki tereddütlerini yansıtan bir kıraattır. Genel kabul gören hel yestetî” rabbuke şeklindeki kıraati reddeden Hz. Ayşe’nin, “İsa’nın havarileri, Allah’ın dilediği şeyi yapıp yapamayacağının sorulamayacağını iyi bilirlerdi onlar, sadece [İsa’ya], “Rabbinden dileyebilir misin?” diye sordular” dediği rivayet edilmiştir Râzî. Ayrıca Mustedrekde nakledilen bir Hadis’e göre, Mu”âz b. Cebel, Hz. Peygamber’in kendisine hel testetî” rabbeke “Rabbinden dileyebilir miydin?” kıraatini öğrettiğini kesin bir dille belirtmiştir. Bana göre delillerin ağırlığı ikinci şıkka işaret etmektedir ama daha yaygın kıraatı gözönüne alarak ibareyi yukarıdaki şekilde çevirdim. Havarilerin bir gök “sofra”sı mâide, bu sureye ismini veren kelime istemeleri -ve arkasından Hz. İsa’nın duası- konusuna gelince, bu, Hz. İsa’nın Rabb’in Lord’s Duasında karş. Matta vi, 11 yer alan günlük yiyecek isteğinin bir yansıması olabilir. Çünkü dinî terminolojide insana gelen her fayda, “gökten gönderilmiş” -yani, Allah tarafından gönderilmiş- sayılır, bu fayda insanın kendi çabasıyla ortaya çıkmış olsa bile. Ancak, diğer taraftan, havarilerin “sofra”yı isteme şekilleri -ve özellikle onların bir sonraki ayette verilen açıklamaları- daha çok Allah’tan imanlarını “kabul ettiği”ni gösterecek bir mûcize istediklerine işaret ediyor gibidir. Bkz. ayrıca bir sonraki not. 138 İnnî münezziluhâ lafzen, “Ben onu gönderiyorum” ibaresindeki münezzil gramer kalıbı, sürekli tekrarlanan bir bağışa -ki bu sürekliliği parantez içindeki “her zaman” kelimesiyle ifade ettim- işaret eder. Allah’ın süreklilik arzeden bu maddî ve manevî rızık vericiliğinin vurgulanması, O’nun, bu açık hakikati -insanın kendi kendine yeterli ve bağımsız olduğunu küstahça varsayarak- inkar edenlere lânetinin şiddetini açıklamaktadır ayrıca Allah’ın varlığının “delil”i olarak bir mucize gösterilmesi talebinin kınandığına işaret eder. 139 Zımnen, “İsa’nın ölümünden sonra” bu, Hz. İsa’nın 117. ayette kendi ölümüne geçmiş zaman kipi ile işaret etmesinden “Sen bana ölümü verdikten sonra” açıkça belli olmaktadır. Diğer taraftan kâle “dedi” fiili, aynı zamanda “diyecektir” anlamına da gelebilir bkz. aşağıda not 141. 140 Ente’r-rakîbdeki belirtme takısı harf-i tarif, Allah’ın rakîb “koruyucu” olma fonksiyonundaki eşsizliğinin bir ifadesidir ve ancak o cümlede mahzûf olan “yalnız” kelimesinin ilavesiyle çevrilebilir. Allah ile ilgili benzer ifadelere Kur”an’da çok sık rastlanır -mesela, bir sonraki ayetin sonunda. 141 Lafzen, “dedi” -ancak klasik müfessirlerin çoğunluğu kâle fiilinin burada gelecek zamanı gösterdiği “diyecektir” kanaatindedirler, yani “Hesap Günü’nü”. حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣﴾ ELMALILI HAMDİ YAZIR Size şunlar haram kılındı ölü, kan ınzir eti, Allah’dan başkâsının namına boğazlanan, bir de boğulmuş, yahud vurulmuş yahud yuvarlanmış, yahud süsülmüş, yahud canavar yırtmış olup da canı üzerinde iken kesmedikleriniz ve dikili taşlar üzerinde boğazlananlar ve zararla kısmet paylaşmanız, hep bunlar birer fisk yoldan çıkıştır bu gün kâfirler deninizi söndürebilmekten ümidlerini kestiler, onlardan korkmayın, yalnız benden korkun, işte bugün sizin için dinininiz kemale yetirdim, üzerinizdeki nimetimi tamâma erdirdim, ve size din olarak İslâma rıza verdim, şu kadar ki her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırda günaha meyl maksadı olmaksızın onlardan yemeğe muztarr olursa elbette Allah Gafur, Rahîmdir. İBNİ KESİR Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar, boğularak, vurularak, yuvarlanarak veya sürüklenerek ölen, yırtıcı hayvan tarafından parçalananlar, canları çıkmadan evvel kestiğiniz müstesna, dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fasıklıktır. Bugün, küfredenler sizin dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Öyleyse onlardan korkmayın da Ben'den korkun. Bugün, dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyeti beğendim. Her kim ki açlıktan darda kalırsa günaha kaymaksızın bunlardan yemeğe mecbur olursa muhakkak ki, Allah Gafur'dur, Rahim'dir. DİYANET İŞLERİ Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, henüz canı çıkmamış iken kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk Allah’a itaatten kopmaktır. Bugün kâfirler dininizden onu yok etmekten ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin haram etlerden yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. HASAN BASRİ ÇANTAY Ölü, kan, domuz eti, Allahdan başkası adına boğazlanan, — henüz canı üstünde iken yetişib kesdikleriniz müstesna olmak üzere — boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, süsülmüş, canavar yırtmış olub da ölenler, dikili taşlar üzerinde onlar adına boğazlanan hayvanlar, fal oklarıyle kısmet ve hüküm aramanız üzerinize haram edilmişdir. Bütün bunlar yoldan çıkışdır. Bu gün kâfirler dîninizden umudlarını kesdiler. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun. Bugün sizin dinînizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki ni'metimi tamamladım ve size dîn olarak müslümanlığı verib ondan hoşnud oldum. Kim son derece açlık haalinde çaresiz kalırsa, günâha meyil maksadı olmaksızın haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir. SEYYİD KUTUB Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlananlar, -boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları canları çıkmadan önce kesmemişseniz-, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, kafirler dininizden çıkmanızdan ümitlerini kesmişlerdir, onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah, Gafur’dur, Rahim’dir. DOWNLOAD OPTIONS download 1 file ITEM TILE download download 129 files OGG VORBIS Uplevel BACK download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download 1 file TORRENT download download 1 file VBR M3U download download 258 files VBR MP3 Uplevel BACK download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download 129 files WINDOWS MEDIA AUDIO Uplevel BACK download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download download 780 Files download 134 Original SHOW ALL

maide 44 tefsiri ibni kesir