Hele de mesele futbol ise, sadece o kentin değil, milyonların takip ettiği ve ilgi odağında bulunduğu, değer verdiği biridir artık. İyi yetişmiş insan gücü, ait olduğu kentin kartvizitidir bir başka deyişle. Malatya da tarih boyunca kentte değer katan, her alandan insanın yetiştiği bir coğrafya olmuştur.
KENDİNEDEĞER VER-ME! Kendine değer vermek ilk olarak kendinizi olduğunuz gibi kabul etmek ve kendimizi öylece sevmemiz demektir. Her birey genetik, yapısal, aile bakımından, kültür bakımından ve yaşantıları bakımın birbirinden farkldır. Bunlardan daha önemli olan ise bunların bilincinde olarak herşeye rağmen kendimize hak
Başarılı bir insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli bir insan ise hayattan aldığından fazlasını verir. Albert Einstein. Yaşayanlardan esirgenen değer, pek kolayca ölülere verilir. Andre Gide. Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. Antoine de Saint Exupery.
Kalitelikişiliğe sahip olan insan; dil, din, ırk ayırımı yapmaksızın insana insan olduğu için değer verir, karşısındakini değerlendirmeye alırken kişiliğini ön planda tutar.
Başarılı bir insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli bir insan ise hayattan aldığından fazlasını verir. Albert Einstein. Yaşayanlardan esirgenen değer, pek kolayca ölülere verilir. Andre Gide. Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. Antoine de Saint Exupery
Kendine güven, insanın kendisi hakkında olumlu ama gerçekçi tutumda olmasıdır. İnsanlar yaşamlarının bazı alanlarında kendilerine fazla güvenirken, diğer bazı alanlarda fazla güven duymayabilirler. Kendine güven kişiye "yaşamım denetimimde" duygusu verir. Bu duygu yine de insanın her şeyi yapabileceği değil
bR09e. Seanslarda en çok gelen soru “İnsan kendini nasıl sevip, değer verir?” Tabii ki bunun birçok yolu olmakla birlikte öncelikle yapabileceklerinizin listesi -Kendine vakit ayır. Sadece zevk aldığın hobilerine değil, seni hedeflerine taşıyacak alanlara da zaman ayır. -Kendini takdir etmeyi, kutlamayı unutma. Hediyeler de alabilirsin kendine, sadece diğerlerine alınmaz ki hediye. -Kendine saygı duy. Değer görmediğin işte, eşte, sevgili de ya da ortamda vakit harcama. -Arzuladığın, seni heyecanlandıran şeye EVET demeye cesaret et, konfor alanından çık. -İstemediğin şeylere HAYIR demeyi öğren ve bunun için vicdan azabı çekip kendini kötü hissetme. -Kendini faydası olmayan ağır şekilde eleştirmeyi, suçlamayı, yargılamayı, başkalarıyla kıyaslamayı bırak. Hata yapmaya senin de hakkın var. -Sınırlarını net belirle ki ailen dahil herkes nerde durması gerektiğini bilsin. -Kendine ilgi, alaka ve şefkat göster. -Kendini tanı, gölge yönlerinle barış, mükemmel olmaya zorlama kendini. -Hayatındaki toksik kişilere karşı uyanık ol ve hayat enerjinden çalmalarına izin verme. İlişkiler üzerinde çalışanlarınız hep bana soruyor, o zaman bu sefer de ben size sorayım. Kendini sevmeyi bilmeyen, başka birini nasıl sevebilir ki? Unutmayın ki ilişki üzerinde çalışmak, önce kendinle olan ilişkin üzerinde çalışmaktan başlar…
Son yıllarda herkesin dilinde sakız olan “özgüvenli insan olmak” maalesef kibirli olmakla karıştırılır hale geldi. Kibirli olmak, özgüvenli olmak ya da özgüvenli olmak, kibirli olmayı gerektirmez. Çünkü bu iki kavramın birbiriyle yakından uzaktan ilgisi ve alakası yoktur. Özgüven; iyiliğin, güzelliğin ve olgun olmanın, kibir ise kötülüğün, çirkinliğin ve hamlığın anlamını kibir insana hiç yakışmayan, hatta onu küçülten bir duygunun yansımasıdır. Böylece kibirli kişiler tolerans göstermez, hoşgörüden uzaktır, muhataplarını ezip bastırmaya çalışır. Özgüvenli kişiler güven aşılar, cesaret verir, herkesi destekler. İstikrarlı ve kendinden emin tavırları ile işyerinde, toplumda veya sosyal çevrelerde kendini ispatlamış kişilere imrenilerek bakılır, sizlerde özgüven kazanmanın yollarını öğrenerek örnek alınacak insanlar haline kazanmanın sırrı kendinize inanmaktan geçmekle birlikte motivasyon bu yolda sizin kazanmanız gereken en önemli silah olacaktır. Kendine güveni olmayan veya bir konu üzerinde motive olarak yoğunlaşamayan kişilerin toplum içinde başarısızlıklara mahkûm olması son derece olacağı gibi örnekleri mutlaka sizin karşınıza da çıkmıştır. Özgüvenin düşmanı olarak adlandırabileceğimiz kolay boyun eğme, yalnızlık korkusu, toplumdan dışlandığını hissetme, eleştirilere kapalı olma gibi duygular sizlerin arzuladığınız başarılara imza atamamanızı hayatında karşılaştığınız güçlükler karşısında tüm engelleri aşma gücünün sizde olduğuna inanmanız ve konuya motive olarak üstesinden gelmeye çalışmanız sonunda başarıya getireceği gibi kendinize güveniniz artacaktır. Elbette her konuda başarılı olmanız mümkün olmamakla birlikte ilk baştan havlu atmak yerine uğraş vermeniz bile çalışma, araştırma duygularınızı kamçılayacak ve işin üstesinden gelme şansınızı yükseltecektir. Başarısızlıkların özgüven sahibi kişileri hiçbir şekilde yıldırmayacağını unutmamanız gerekmektedir. Özgüveni sayesinde siyasi parti lideri, şirket sahibi, yönetici olan kişilerin bile hayatlarında mutlaka mağlubiyetler yani başarısızlıklar yer kazanmanın püf noktası öncelikle olumlu, pozitif düşünmekten geçmektedir. Şu ana kadar yaşadığınız olumsuz deneyimlerden kendinize dersler çıkartarak kendinizi nötrlemeniz ve hayata yeni bir başlangıç yaparken her şeyin olumlu yönünden bakmanız ele alınacak asıl kuraldır. Sorunlarla karşılaştığınızda motivasyonunuzu hiçbir etkenin bozmasına izin vermeden sizin mücadelenizi gerçekleştirmeniz ve başarısızlık kelimesini rafa kaldırmanız gerekmektedir. Kendinize hayatta yapmayı düşündüğünüz hedefler koymanız gerekmekle birlikte ilk başlarda hedeflerinizin yapılabilirlik oranının makul ölçülerde olmasına dikkat özgüvenli insan olmak, anlattıklarımızı toplamak ve soruların cevaplarını vermeye olarak içinde bulunduğunuz durumu kabul etmekle işe gelmiş olumsuzluklar için kimseyi üstünüze konuşurken, olayları değerlendirirken güzel görmeye ve pozitif düşünmeye gayret gösterin. Bu düşünceyi hayatınızın her alanına yansıtmaya önce kalbini kırdığını düşündüğünüz insanların kalbini kazanmaya hatalarınızı kabul edip herkese saygı duymaya değişim, aileniz ve çevreniz tarafından desteklenmiyor olsa da herkese saygı duymaya devam edip çizmiş olduğunuz yoldan yerinde abartıya kaçmadan temiz, size yakışan kıyafetleri tercih ederek imajınızı düzeltmeye insan olduğunuzu unutmayın. Küçücük bir şey değil, içinizde âlemler taşıdığınızı bilerek dik durun!İnsanlarla iletişim halinde olun. Sadece iyi bir çevre ve sağlam dostlar dünyanızı olumsuz düşüncelerden kabul edip aynı iltifatları muhatabınıza söylemekten dengeli olun. Çizgilerinizi ne siz aşın ne de bir başkasının aşmasına müsaade edin…Hata yapmaktan korkmayın. Sonuçta kimse mükemmel çeşitli hobiler edinebilirsiniz. Klişe olacak belki ama spor yapabilirsiniz. Spor sağlıklı olmak demek. İnsan, kendisini yorgun, bitkin hissederek özgüvenli olamaz diye düşünüyoruz…Risk alabilirsiniz. Kırılmaktan, alay edilmekten, reddedilmekten asla ne çok ilerisinde, ne de çok gerisinde durmayın. Özellikle otoriteye karşı “Hayır” demeyi şeye hazırlıklı ve planlı değerlendirirken tüm olup bitenleri zihninizde tasarlamaya çalışın.
Girdiğiniz her ortamda insanları etkilemek ister misiniz? İnsanların size güven duymasını ister misiniz? Başkaları için vazgeçilmez olmak sizin için önemli mi? Son zamanlarda sık sık kullanılan bir ifade var Karşımdaki kişiden elektrik aldım. Nedir bu elektrik? Nasıl yaratılır? Size girdiğiniz ortamlarda sevgi ve güven yaratmanın aslında hiç o kadar zor olmadığını söylemeliyim. Bunu sağlamanın 10 yolu var ve bunları sizlerle paylaşmak istiyorum 1-Gülümseyin ve mutluluğunuzu yansıtın. Mutlu ve pozitif insanları sevmeye daha çok meyilliyizdir. Kendi olmak istediğimiz gibi görünen insanlar bizi daha çok çeker. Zıt kutuplar birbirini çeker ifadesi burada geçerli değildir. İnsanlar kendileri mutsuz bile olsa sürekli homurdanan, şikayet eden ve depresif görünen insanları etraflarında görmek istemezler. Bunun için gülümseyin. Sıcak ve samimi bir şekilde. Yapmacık olmasın. Mutlu olduğumuz zaman insanlarla daha çok göz teması kurarız. Eğer mutsuz isek gözlerimizi kaçırırız, konuştuğumuz insana değil yere yada uzaklara bakarız. Öyleyse gülümseyin ve karşınızdakinin gözlerine bakın. Tabii ki eğer karşı cinsten biri ile yeni tanışıyorsanız bunu çok rahatsız etmeden yapmanız ve abartmamanız gerekecek. Gülümsemeyi de içtenlikle yapmanız gerekir. Karşınızda pişkin pişkin sırıtarak gözlerini gözlerinizden ayırmayan biri sizi rahatsız eder. Öyleyse doğal olun. Ağzınız her zaman kulaklarınızda olmasın. Gözlerinizin içiyle gülün. 2-Karşınızdakinin beden dili ile uyum sağlayın. Konuştuğunuz kişi ellerini cebine sokuyorsa sizde yapın. Bacak bacak üzerine attıysa sizde atın. Onun beden hareketlerine ayna olun. Bunu hemen o anda yapmayın. Fark ettirmeden yavaş yavaş karşınızdaki kişiye göre pozisyonunuzu değiştirin. Bu uyumu bilinçli olarak fark etmese de bilinç altı farkedecektir. Karşınızdakinin ilgi alanları ve alışkanlıkları ile uyum sağlamaktan daha etkili bir yöntemdir bu. Tam olarak neden olduğunu tarif edemese de bilinçaltından sizin kendisiyle çok uyumlu bir insan olduğunuzu düşünecek ve size güvenecektir. Bazı kişilerde şeytan tüyü var deriz. Nedenini bilmiyorum ama bu insana çok ısındım, veya elektrik aldım deriz. Bunun nedeni bilinçaltına gönderdiğimiz uyum sinyalleridir. 3-Ses tonu ve ses hızı ile uyum yakalayın. Karşınızdaki kişi hızlı konuşuyorsa hızlı, yavaş konuşuyorsa yavaş konuşun. Aynı zamanda ses tonunu da ona göre ayarlayın. 4-Etkin bir şekilde dinleyin. Birçoğumuz dinlediğimizi düşünürüz ama gerçekten dinlemeyiz. Çünkü karşımızdaki konuşurken aynı zamanda iç seslerimizi de dinleriz. Onun kelimelerinden bazıları bize değişik çağrışımlar yapar ve bir anda uzaklara gideriz. Çoğu insan da başkasını dinlemiyor, aslında kendi konuşma sırasını bekliyordur. Kendi söyleyeceklerimizi toparlamaya çalışırız bir yandan. Bu esnada karşıdaki insan konuşmayı kesip size “şimdi ne dedim, anlat!” dese donup kalırız. Sadece son cümlelerini tekrarlar veya söylediklerini bir cümleyle özetleriz. Ayrıntıları dinlememişizdir çünkü. Oysaki ayrıntıları yakalamak iletişimde çok önemlidir. Öyleyse nasıl dinlemeliyiz? Öncelikle bütün iç seslerimizi durdurup sadece ve sadece onun dediklerine, hatta demek istediklerine odaklanmayız. Satır aralarını da okuyabilmeliyiz. Arada bir onun söylediklerini özetleyerek veya tekrarlayarak geri yansıtma yapmalıyız. Karşınızdaki insanın duygularına odaklanmalı ve arada bir “bu konuda şöyle hissediyorsun değil mi?” türünden onun hislerini anladığımızı belirtmeliyiz. İnanın bu şekilde dinleyen o kadar az kişi var ki? Karşınızdaki kişi hemen sizin farkınızı anlayacak ve kendisini çok iyi anladığınız için size güven duyacaktır. 5-Ortak noktaları bulmaya yönelik sorular sorun Düşündüğümüz zaman herkesle en az birkaç ortak nokta bulabilirsiniz.. Yaşınız, burcunuz, okuduğunuz okul, sevdiğiniz aktiviteler, okuduğunuz kitaplar, seyrettiğiniz filmler ve daha bir çok konudan birkaçı ortak noktanız olabilir. 6-Dik durun. Size tuhaf gelebilir ama iletişimde duruş çok etkilidir. Omuzları düşmüş, kamburu çıkmış, ayaklarını sürükleyerek yürüyen bir insan mı size güven verir, yoksa ayakları yere sağlam basan ve dik duran birisi mi? Kendinden emin bir ifade takınmaya çalışırken çok kibirli gözükmemeye çalışın. Bunu dengeleyin. 7-Kendinizle dalga geçin. İnsanlar kendine aşırı güven gösteren, hatasız ve kusursuz bir insanla arkadaş olmak istemezler. Çünkü hiçbir insan kusursuz değildir ve bizler kendimize benzeyen insanlardan daha çok etkileniriz. Dediğim gibi zıtlar birbirini çeker ifadesi bu konuda uygun değil. Bazen başımıza gelen komik ve bizi zor durumda bırakan, utanç veren hikayeleri paylaşabilmeliyiz. Kendimizle dalga geçebilmeliyiz. Ne kadar budala, ne kadar sakar veya ne kadar dikkatsiz olduğumuzu bazen rahatça söyleyebilmeliyiz. Ama dikkat! Bunu da abartmayın. Konuşmanızın içinde sadece bir kere yer verebilirsiniz. Aksi taktirde kompleksleri olan ve devamlı acitasyon yapan bir insan gibi gözükebilirsiniz. Kendine çok güvenen, dik duran ve yere sağlam basan bir insan, ama aynı zamanda kibirsiz ve arada kendine gülebilen biri olmanız sizi olağanüstü etkileyici gösterecek ve karşınızdaki “o da benim gibi bir insan” diye düşünerek kendini size daha fazla açacaktır. 8-İnsanları takdir edin. Sık sık güzel yönleri ve davranışlarından ötürü insanları takdir ettiğinizi gösterin. Teşekkür etmeyi unutmayın. Aman bunları yaparken de abartıp yalaka durumuna düşmeyin sakın! 9-Özür dilemekten çekinmeyin. Bazı insanlar özür dileme özürlüdür. Yaptıkları bir hatadan dolayı pişman bile olsalar özür dilemeyi kendilerine yediremezler. Davranışlarıyla çok pişman olduklarını gösterseler bile o iki kelimeyi söylemekte zorlanırlar. İşte böyle bir eğiliminiz varsa muhakkak bunun önüne geçin. “Hatalıyım, kabul ediyorum, özür dilerim” dediğinizde insanların önünde küçülmezsiniz aksine çok daha fazla büyürsünüz. 10-Arada bir insanlardan ufak bir iyilik veya yardım isteyin. Sanıldığının aksine yardım edip iyilik yaptığımız kişileri, bize devamlı yardım edenlerden daha çok sevmeye eğilimliyiz. Hiç kimseye ihtiyacı olmayan ve sürekli etrafına iyilik yapıp ne kadar güçlü, kudretli olduğunu bize gösteren kişilere karşı, yardım ettiğimiz ve bize kendimizi iyi ve yardımsever hissettiren insanları tercih ederiz. Bu yüzden yine tekrarlıyorum, abartmadan, etrafınızdakileri çok zorlamayacak ufak tefek iyilikler isterseniz bu onların size bağlanmasını sağlayacaktır. Bu 10 kuralı yerine getirdiğinizde etrafınızdaki insanlar için vazgeçilmez olacaksınız. Her ortamın aranan kişisi olacaksınız. Bir tek şeyi aklınızdan çıkarmayın. İnsanlar kendilerine benzeyen ve uyum sağlayan kişiyi severler. Kendine özgüveni olan bir kişi portresi çizerken aynı zamanda etrafınızdaki insanlardan çok daha üstün ve mükemmelmiş gibi görünmeyin. Tüm bunların ötesinde insanların sizi sevmesini istiyorsanız, önce siz kendinizi çok sevmelisiniz. Buket Özen İş ve Kişisel Yaşam Koçu
Değerli kardeşimiz, Bütün canlılar, dünyada kendilerine lazım olan bilgi ve becerilerle donatılmış olarak dünyaya gelir. İnsan ise, sıfır bilgi ile her türlü bilgi ve beceriyi öğrenmeye kabil bir istidatla dünyaya gelir. İmtihan sırrı gereği, insan kendi iradesiyle hem iyiliği hem de kötülüğü yapmaya meyillidir. Kötülükte esfel-i safiline inebildiği gibi, iyilikte de alayi illiyine çıkabilir. İnsan için dünya hayatında esas olan, insanın aklen, kalben ve ruhen tekamül etmesidir. Mükemmel bir insan olamaya çalışmasıdır. Bunu da ancak akıl ve vahiy ile gerçekleştirebilir. Bunun için de Allah insana akıl ve kalp vermiş onları geliştirmek için de peygamber ve din göndermiştir. Akıl, vahiy olmadan kendi başına insan ve insanlığa bir şey veremez. Akıl göz gibi bir vasıtadır. Nasıl ki göz karanlıkta işe yaramıyorsa, akıl da vahiy ışığı olmadan hakikati görmez. Onun için insan zihnen ve kalben gelişmek istiyorsa Kur'an’ı anlamaya çalışmalıdır. Zaten Kur’an da sürekli insanı düşünmeye davet ediyor. Aklına ve kalbine hitap ediyor. Kendini, evreni, geçmiş milletleri ve olayları düşünmeye sevk ediyor. Bu bağlamda insanın aklen ve zihnen, dolaysıyla ruhen kendini geliştirmesi için 1. Kur'an’ı okuyup anlamaya çalışmalı, Kur'an’ı okudukça, anladıkça ufku ve basireti açılacak. Bu konuda Allah buyuruyor , “Şu Kur’an, yakini elde etmiş insanlar için bir basiretler mecmuasıdır, bir hidayet rehberidir.” Casiye 45/20 2. Büyük insan denilen evreni okumalı, evrendeki hareketleri, olayları inceleyip onlardan tevhide götüren kapılar aralamalı, dünyada olup bitenlerin bir tesadüf eseri olmadığını, pek çok hikmetler barındırdığını bilip onlardan dersler çıkarmalı, kaliteli imanın detaylarda olduğunu fark etmeli ki her gün yeni ufukları görmeli. 3. Küçük bir evren olan insan kendini okumalı “Ben kimim, neden yaratıldım, sonum ne olacak, beni yaratan benden ne istiyor, bana verilen, akıl, kalp, beş duyu organı ve pek çok manevi cihazları nasıl kullanmalıyım, nerede kullanmalıyım ve bunların ücreti nedir?” gibi soruların cevaplarını düşünmeli ve aramalıdır. O zaman hayatın bir anlamı olur. Bu da insanın gelişmesi ve olgunlaşmasını sağlar. Kur’an, “Kendi nefsinizde sizde dersler ve ibretler vardır görmez misiniz?” Zariyat, 51/20 demektedir. 4. Ehl-i sünnet inancını temsil eden alimlerden ve ilim meclislerinden istifade edilmeli. Bu konuda İmam Rabbani din adına kendisinden istifade edilecek, güvenilecek insanlarda şu üç özelliğin aynı anda bulunmasına dikkat çekmektedir 1. Zeki ve akıllı olacak, 2. İlim sahibi olacak, 3. Takva sahibi yani bütün söz ve davranışlarında Allah rızası esas olacak. Ancak böyle bir kişiden istifade edilebilir. Kişideki motivasyonun yükselmesi ve geliştirilmesi için de Allah Resulü asm'ın bazı tavsiye ve telkinleri şöyledir 1. Hiçbir şeyde aşırıya kaçmamak. “İşlerin en hayırlısı orta yollu olandır.” Beyhaki, 3/273 Bu genel bir ölçüdür. Sevmede, nefret etmede, konuşmada, yeme-içme ve ibadette... 2. Olaylara olumlu bakmak iyimser olmak. Her şeyde bir hikmet, bir hayır aramak müminin şiarıdır. İyimser olmanın, sağlık ve psikolojik yönden insana pek çok fayda sağladığı bilinen bilimsel bir gerçektir. Resulüllah buyurmaktadır “Ben müminin işine hayret ederim; çünkü onun her işi hayırdır. Bu durum, müminden başka hiç kimse için böyle değildir. Şayet ona sevinç verici bir şey isabet ederse şükreder; bu kendi lehine bir hayır olur. Eğer ona zarar verecek bir durum isabet ederse sabreder; bu da onun lehine bir hayır olur.” Müslim, Zühd, 64 3. Yapılan bir işin güzel, sağlam ve doğru olması. Hayatta mutlu olmanın sebeplerinden biri de kişinin yaptığı her hangi bir şeyi, bir işi güzel, sağlam ve doğru yapmasıdır. Bu konuda Kur'an şöyle der "Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." Nahl, 16/97 Allah salih amel diyor, yani doğru iş, bu ibadetleri kapsadığı gibi her hangi bir işi de çalışmayı da kapsamaktadır. 4. İnsanlara hizmet etmek. İnsanları hayata bağlaya ve hayattan zevk almasını sağlayan sebeplerden biri de, başka insanlara faydalı olmak, onlara hizmet etmektir. Bu gerçek, tecrübelerle sabittir. Hz. Peygamber asm şöyle buyurur "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır." Buhari, Mağazi 35 5. Tebessüm etmek, güzel söz söylemek. Tebessüm ve güzel söz, hem muhatabı hem de kişiyi motive eden en önemli davranışlardan biridir. Yüzünde tebessüm, dilinden güzel söz ile ümmetine örnek olan Allah Resülü buyuruyor “Din kardeşine karşı tebessüm etmen sadakadır.” Tirmizî, Birr, 36, “Güzel söz söylemen sadakadır.” Buhârî, Cihâd 72. Selam ve dua ile...Sorularla İslamiyet
İnsan, doğa güçlerine ve bazı hayvan türlerine oranla zayıf bir varlıktır. Bu nedenle, her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır. Çünkü insan, çocukluk döneminden ötürü, yaşamına normal bir çaresizlik içinde başlar. Çocukken, güçlü yetişkinler arasında yaşayan güçsüz bir varlıktır. Sonraki yaşamı boyunca, daha önce kendisine egemen olan insanlar ve doğal güçler üzerinde üstünlük kurmak ve gücünü kanıtlamak için çaba gösterir. Çoğu kez bununla da yetinmez, kusursuz bir varlık olmaya çalışır. İnsanın dünyaya gelişi ile yaşanmaya başlanan ve ömür boyu süren bu duygu evrenseldir. Çünkü doğadaki tüm varlıklar eksi bir durumdan artı bir duruma geçmek için sürekli çaba içindedirler. İnsandaki eksiklik duygusu da, bireyin gelişimi ve insanlığın evrimi için gerekli bir dürtüdür. Ama çoğumuz, bu duygunun varlığını yadsıma eğilimindeyizdir. Çünkü eksiklik, toplumsal değer yargılarına göre arzu edilmeyen bir durumdur. Bu nedenle, eksik yönlerimizi ancak bazı durumlarla yüz yüze geldiğimizde kabul ederiz. Eksiklik duygusu, yarattığı hoşnutsuzluğa karşın yaşanması kaçınılmaz bir olgudur. Üstelik insanın yaşamını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için zorunludur. Çünkü, eksikliğin farkedilmesi insanı güdüler ve eyleme geçirir. Değersizlik duygusu ise yukarıda tanımlanan normal eksiklik duygusundan çok farklıdır. İnsanı daha fazla şeyler yapmaya ve yaratmaya güdülemediği gibi, bir kısır döngünün yaşanmasına da neden olur. Değersizlik duygusu, bir insanın kendisini diğer insanlardan daha değersiz bir varlık olarak algılamasını tanımlar ve kökenini çocukluk yaşantılarından alır. Bir çocuğa değer verilmemesi, onu kendine özgü hakları olan özerk bir varlık olarak tanımama anlamına gelir. Çünkü, bir insana değer vermek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi benimseyebilmektir. Ama birçok kişi diğer insanlara değer verdiği sanısıyla aslında kendi özsever ihtiyaçlarına doyum sağlar. Kendisine değer verilmemiş bir insan bir başkasına değer veremez. Bunu sonradan öğrenebilmesi de ancak kendisine değer verebilmeye başladıktan sonra işleyebilen iki yönlü bir süreçtir. Bir başka deyişle, insan kendine değer verebildiği oranda başkalarına da değer verir; diğer insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissettikçe kendisini de değerli bulur. Yoksa bir diğer insanı yücelterek kendimizi küçültmek, ne ona ne de kendimize değer vermektir. Üstelik böyle bir durum, değersizlik duygularının gerisinde yatan düşmanca eğilimlerin ve suçluluk duygularının daha da pekiştirilmesine neden olur. Değersizlik duyguları yaşayan biri için diğer insanlar ya kendinden üstündür ya da aşağı; eşiti yoktur. Bazı insanları küçümser, çünkü onlarda kendisine benzeyen bazı özellikler görür ve bu insanları, hoşlanmadığı benliğini kendisine yansıtan bir ayna gibi algılar. Ama bunun bilincinde olmadığı için onları kendisinden daha değersiz bulur. Aslında, başkalarını küçümseyen insan, kendisini de küçümseyen, dolayısıyla küçümsenmekten korkan biridir. Bir başkasının onu küçümsemesi, aslında kendinin de kendisini küçümsemekte olduğu gerçeği ile yüzleşmesine neden olur. Değersizlik duyguları yaşayan bir kişinin bazı insanları yüceltmesi, geliştirmiş olduğu gerçekdışı senaryoların bir sonucudur; bu insanların kendisinin ulaşmak istediği görkeme sahip olduğu yanılgısından kaynaklanır. Öte yandan bu insanlara karşı bilinçdışı bir düşmanlık da yaşar; çünkü varlıkları ona kendi yetersizliğini hatırlatır. Tersine işleyen bir süreçle bilinçdışındaki düşmanlık duyguları yoğunlaştıkça, bu insanlara karşı duyulan hayranlık da artar. Bu, biriken düşmanlık duygularını bilinçdışında tutmak güçleştiğinde kullanılan bir denetim mekânizmasıdır. Ancak bazen yüceltilen kişinin yadsınamayacak bir açığı farkedildiğinde, biriken düşmanca eğilimler birden bilince ulaşabilir. Ve kişi kendi yarattığı tanrıyı yine kendisi yok eder. Bir insanı önce yüceltip daha sonra onu devirmeye çalışmak toplumumuz bireylerinde oldukça sık gözlemlenen bir olgudur. Arabasını sorumsuzca süren bir insan ne kendisinin ne de diğer insanların değeri olabileceğinin, daha doğrusu yaşamın değerli olduğunun farkında değildir. Sağlıklı bir yaşam için gerekli önlemleri bildiği halde almayan bir insan da öyle! Değersizlik duyguları yaşayan bir insan, kendi değersiz varlığına tanımadığı hakları başka insanlara tanıma eğilimindedir. Ancak genellikle kendi yakınları, daha doğrusu kendine bağımı olan eş, çocuk vb. kimseler bunun dışında kalır. Çünkü kendisi gibi onları da küçümser ve değersizliğinin bir uzantısı gibi algılar. Kendisini reddetme olasılığı olan kişilere önem vermesine karşılık, kendisini kabul edici tutumlar içinde olan kişileri küçümseyebilir. Ona göre, değersiz birini kabul eden bir insanın kendisi de değersizdir. Çoğu insanın gerçek benliğiyle, toplumun onayını sağlamak için dış dünyaya karşı takındığı kimlik birbirinden farklıdır. İnsanlar özellikle çalışma yaşamlarında böyle bir maskeyi sürekli kullanırlar; genellikle akşam eve gidince çıkarır, ama çoğu kez bir başka maske takarlar. Kimi insan arkadaşlarıyla birlikteyken bir üçüncü maskeyi de kullanabilir. Böylece değişik durumlara kendini uyarlamaya çalışır. Belirli bir oranda, bu maskeler insanın çağdaş dünya koşulları içindeki yaşamını sürdürebilmesi için zorunludur. Gereğinde, hoşlanmadığımız kişilere karşı dostça tutumlar takınmamızı sağlar ve insanın çıkarlarını korumasına yardımcı olur. Ne var ki, eğer bir insan oynadığı bu rollere kendisini fazlaca kaptırırsa, oynamakta olduğu rol ile kendi gerçek benliğini birbirinden ayırdedemez bir duruma gelir. Ve kendisine yabancılaşmaya başlar. Sonunda benliği şişer ve kendisine aşırı önem vermeye başlar. Bununla da yetinmez, bu rolü diğer insanlara da yansıtır ve onlardan da aynı rolü oynamalarını bekler. Otorite durumuna geldiğinde kendisi ile birlikte çalışanları bunaltır, ana ya da baba olduğunda çocuklarından yeteneklerinin üzerinde başarılar bekler. Bir insanın ne olduğu ile ne olması gerektiği konusundaki tutarsızlığı değersizlik duygularının doğal bir sonucudur. Bu nedenle kendisine yabancılaşma pahasına önemli başarılar kazanmış bazı insanlar, zaman zaman boşluk ve anlamsızlık duyguları yaşarlar. Kimi, o güne değin kendisini aldattığını ve gerçekten ilgilenmediği şeylerle ilgilenir görünmüş olduğunu farkedebilir. Bunu göremeyenler ise kazandıkları başarılara karşın yine de kendilerini yetersiz görürler. Böyle bir durum değersizlik duygularının daha da pekiştirilmesine neden olur. Kişiliğin bireyleşebilmesi için, insanın kendisine ilişkin gerçekleri olabildiğince bilinçlendirebilmesi gerekir. Ne var ki, birçok insan kendini tanımak için çaba göstermeksizin yaşamına anlam katabilmeyi umar ve beklediklerini bulabilmek için bir mucizenin gerçekleşmesini bekler. Oysa insan, gerçeklerini tanıyabildiği oranda kendisiyle uzlaşır ve çevresine karşı da daha hoşgörülü olur. Bunu başaramayan biri ise hoşlanmadığı ve kabul etmediği bilinçdışı benliğini diğer insanlara yansıtır, onları eleştirir ve kınar. Bunu yaparken, aslında, tanımadığı gerçek benliğini seyretmekte olduğunun farkında değildir. Değersizlik duyguları yaşayan insan, kendi gerçek benliğini kabul etmediğinden, gerçekdışı bir üstünlük düzeyine ulaşabilmek için çaba harcar ve enerjisinin çoğunu bu amaç için tüketir. Ne var ki, bu amaca ulaşmak için geliştirdiği yöntemler esneklikten yoksundur ve kendisini tanrılaştırmak umuduyla oluşturduğu amaçlar ulaşılamaz niteliktedir. Üstelik seçtiği amaçlar, topluma değil kişisel çıkarlarına yöneliktir; tasarıları bencil niteliktedir ve kişisel üstünlüğünü sağlayabilme yolunda diğer insanlara zarar verebilecek girişimlerde bile bulunabilir. Üstünlüğünü güç ve para kazanarak gerçekleştirmek isteyen kişi amacına ulaşmak için diğer insanları kolayca harcayabilir. Entelektüel üstünlüğünü kanıtlamak için çevresindekileri sürekli eleştiren ve yanlışlarını arayan bir diğeri, onların düşünce ve isteklerine saygı gösteremez. Ancak, diğer insanlara değer veremediği için tüm bu çabalarına karşın kendisini yine de değersiz bulur ve toplumun dışında kalmış hisseder. Saygınlık uğruna bu denli çaba harcadığı halde çevresindekilerin saygısını kazanamamış olmasının nedenini bir türlü anlayamaz. Değersizlik duyguları yaşayan bir insan, ilişkilerinde tutarsızdır. Bazen üstünlüğünü kanıtlamak amacıyla insanlarla yoğun bir ilişkiye geçer, kendisini eksik ve yetersiz bulduğu zamanlarda da onlarla karşılaşmamaya çalışır. Böyle bir insan ancak kendi üstünlüğünü yaşayabileceği ortamlara girme yürekliliğini gösterir, ikinci planda kalacağını hissettiği ya da üstünlük maskesinin düşerek, değersizlik duygularıyla yüzleşme tehlikesinin bulunabileceği durumlardan uzak durur. Örneğin, para gücüyle kendisine saygınlık sağlayan biri, entelektüel değerlere önem verilen bir ortamda bulunmaktan kaçınabilir; her yerde birinci planda olmak isteyen bir başkası, girdiği bir toplulukta diğer insanların görüşlerini paylaşmamak ve onlardan farklı biri olduğunu vurgulamak için konuşmalara katılmayabilir. Çünkü değersizlik duygulan yaşayan bir insan üstün olmak zorundadır. Değersizlik duygularını giderme amacıyla üstün olma ya da görkeme ulaşma çabasında olan kişi, bunu gerçekleştirmek için düş gücü ürünü bir amaç geliştirir ve tüm davranışlarını bu tasarım çerçevesinde düzenler. Arada bir diğer isteklerinden ve amaçlarından söz etse de, geliştirmiş olduğu tasarımın gerektirdiği yönelimin dışına çıkamaz. Örneğin, herkesin saygınlığını kazanmayı amaçlamış olan kişi, diğer insanlarla beraberliklerinin her anında davranışlarını bu amacına göre ayarlar. Belirli bir senaryoyu izlemek zorunda olan bir oyuncu gibidir, ama oynadığı oyunun bilincinde değildir. Ancak saygı gördüğünde varolduğunu hissedebildiğinden, diğer seçenekleri göremez. Görkeme ulaşma çabası içinde olan kişi, birbiriyle çelişkili durumları birlikte yaşar. Bir yandan benliğine egemen olan amaca ulaşmaya çalışırken, öte yandan bu amacı gerçekleştirmiş olduğuna inanır. Örneğin, insanların hayranlığını kazanmayı amaç edinmiş biri, bir yandan diğer insanların kendisine hayran olmaları için çaba gösterirken, öte yandan kendisini herkesin hayranlığını kazanmış biri olarak görür. Bir yandan herkesin kendisine hayran olduğuna inanırken, öte yandan bunun çevresindeki insanlar tarafından da sürekli doğrulanmasını ister. Beklediği övgüyü bulamadığı zamanlarda çevresini buna zorlayıcı davranışlara girişir. Kendisine göre bu onun hakkıdır. Değersizlik duygularına karşı böylesine mantıkdışı bir gurur sistemi geliştirmiş olan kişi, kusursuz saydığı benliğine uygun düşmeyen davranışlarda bulunduğunu fark ettiğinde, kusurunu kesinlikle hoş görmez. Neden öyle davrandığını anlamaya çalışacağı yerde kendisini yargılar ve eleştirir. Kendisine karşı hoşgörüsüzlüğü, gerçek dünyasını anlayabilmesini ve yaşadığı olaylardan ders alabilmesini engeller. Gerçek kişiliğinin olmak istediği kişinin özelliklerine sahip olmaması, bocalamasına neden olur. Kendisini her an başkalarıyla kıyaslamak ve onlardan daha üstün olduğunu hissetmek zorundadır. Bundan ötürü gerçek benliğiyle yüzleşme olasılığının tehdidi altında yaşar. Kendisini üstün bir varlık olarak algılayan kişi, çevresinden gelen en küçük bir eleştiriye bile katlanamaz. Gerçek benliğiyle yüzleşmesine neden olan durumları dünyanın sonu gelmişçesine yaşar. Bu nedenle gururunu incitebilecek bir durumla karşılaştığında ya da karşılaşmak üzere olduğunu hissettiğinde o durumdan kaçmaya çalışır. Kaçamadığı durumlarda ise değersizlik duygularının gerisindeki düşmanca eğilimler denetiminden çıkar ve gururuna darbe indirenlerden öç almaya çalışır. Böylesi bir gurur insanı kendisine yabancılaştırır ve kişilik bütünlüğünün bozulmasına neden olur. Gerçek benliğine karşı geliştirdiği nefret sonucu görkemli bir kişiliği benimsemeye çalışan insan bu uğurda sürekli ödün verir. Kendisi için daha önemli olan pek çok konuyu bir yana bırakarak tüm çabasını ve enerjisini ülküleştirdiği görüntüsünü sürdürebilmek için yaptığı gereksiz yatırımlarda kullanır. Verilen ödünlerse, kendine yönelik nefret duygularını pekiştirir ve bir kısırdöngünün yerleşmesine yol açar. Kişiliğini bütünleştirebilme çabası içinde, bazen olmak istediği kişiyle, bazen de hoşlanmadığı benliğiyle özdeşleşir. Ancak, hangi yöne giderse gitsin, ikisi arasındaki çatışmadan kurtulamaz ve bu durum ona acı verir. Değersizlik duyguları bir insanın cinsel kimliğine ilişkin olarak da yaşanabilir. Bu olgu kadınlarda erkeklerinkine oranla daha açık bir biçimde yaşanır. İçinde yaşadığımız kültür, erkeğe ve erkeklik rolüne öncelik tanır. Buna karşılık, kadın ve kadının yaptığı işler üstü kapalı bir biçimde küçümsenir. Toplumumuzun bazı kesimlerinde olduğu gibi, kız çocuğa erkek çocuktan daha az değer verilen bir ortamda yetişmiş olan bir kadın, hemcinslerini küçümseyebilir ve gerçek kadınlık kimliğinden saparak toplumun yeğlediği erkeksi davranışları benimseyebilir. Böyle yapmakla üstün bir varlık olabileceğini ve değersizlik duygularına çözüm getirebileceğini sanır. Oysa bu davranışlar yalnızca erkeklerde görüldüğünde toplumun onayını kazandığından, kendi gerçek kimliğinden vazgeçmekle kendisini, herkesten önce kendi gözünde küçük düşürmekte olduğunu farketmez. Böylesi davranışlar bazen kadının kadınlığıyla çevresine meydan okuması, örneğin, erkekleri önce baştan çıkarıp sonra onları incitmeye ya da sömürmeye çalışması biçiminde de görülebilir. Bu davranışların gerisinde kadınlık kimliğine ilişkin değersizlik duyguları bulunur. Benzer davranışlara erkeklerde de rastlanır. Toplumun erkek kimliğine ilişkin beklentilerini karşılayamadığı için kendisini değersiz bulan insanlar, erkekliklerini abartılmış bir biçimde yaşayarak üstün bir varlık olabilecekleri sanısına kapılırlar. Böyle erkekler çok sayıda kadını baştan çıkarmakla ya da saldırgan davranışlarda bulunmakla güçlü erkek imajına ulaşabileceklerine inanmışlardır. Kimi ise, erkekliklerine ilişkin değersizlik duygularını tam karşıtı bir yönde ödünlemeye çalışır. Kadınsı bir kimliği benimseyerek kendisinden beklenen erkeklik rolüne aldırmadığını, topluma meydan okurcasına ve insanları şoke edercesine ortaya koyar. Böylece cinsel kimliklerine ilişkin değersizlik duyguları yaşayan kadın da, erkek de erkeklik olarak yorumladıkları davranışları benimsemeye çalışır ve bu abartılmış davranışların gerçek anlamdaki erkek kimliğiyle ilişkisi olmadığını göremezler. Bu kişiler, toplumda erkeklik ve güçlülük kavramlarının eşanlam taşıması sonucu, kendilerine göre geliştirdikleri bir erkeklik imajının beklentilerine kendilerini uydurmaya çalışırlar. Bir başka deyişle, kadın erkek’, erkek de daha erkek’ olmakla güçlü olabileceğine inanır. İnsanın üstün sandığı gerçekdışı bir kimliği benimsemeye çalışarak değersizlik duygularından kurtulmaya çalışması, daha ciddî sorunlar yaşamasına neden olduğu gibi, asıl soruna da çözüm getirmez. Üstelik kendisini değersiz bulmasına neden olan ilkel tepki eğilimlerinin denetimi daha da güçlenir. Örneğin, kimi insan entelektüel bir üstünlük geliştirip her şeyin irade ve mantık gücüyle çözümlenebileceğine kendisini inandırmaya çalışır, ama duygusal yaşamında ya yalnızdır ya da başarısız. Görkeme ulaşma çabası insanın yaşam alanını da daraltır. Yaşamı kendisini üstün hissedebileceği durumlarla sınırlandırdığından yeni deneyimlere ve değişik yaşantılara kapalıdır. Kaldı ki sürekli görkem ya da kusursuzluk bir ütopyadır. Kusursuzluğun tanımı yapılabilmiş olsaydı, bu tanımdaki ölçütlere uyabilen bir kişi herhalde çok sıkıcı olurdu. Kusursuz olmaya çalışanlar bile öyle olduktan sonra! Üstün olmak zorunda olan kişi bir varoluş savaşı vermektedir. Bu nedenle yalnız kendisiyle ilgilidir ve asıl sorun da buradan kaynaklanır. Dostluk ve yardımseverlik toplumsal insan türünün kalıtsal bir parçasıdır. Bu eğilimler insanın çocukluk döneminde çevresiyle olan sıcak etkileşimi sonucu gelişir ve zenginleşir. Benmerkezcilik, çocukluk dönemlerinde sıcak tepki vermeyi öğrenememiş olma sonucu oluşan kusurlu bir davranıştır. Diğer insanların gerçeklerini anlayabilmek için dürüst bir çaba göstermeyen ve yalnızca almak için veren ya da verir görünen bir insan, suçluluk ve değersizlik duygularından kurtulamaz. Bir insan varoluşunun getirdiği sorunlara güvenli ve gerçekçi bir biçimde yaklaşabiliyorsa, değersizlik duyguları yaşamaz. Yenilgiyi de başarı gibi yaşamın doğal bir parçası olarak kabul ettiğinden, karşılaştığı durumlardan ve kendisi ile ilgili gerçeklerden kaçmaz. İç dünyasındaki çaresizlik duyguları ve dıştan gelen zorlanmalar onu yapıcı çabalara yöneltir. Kendisinin ve diğer insanların ortak özelliklerine, amaçlarına uygun düşünce ve değer yargıları geliştirebilmiş olduğundan suçluluk duyguları yaşamaz. Sağduyusu sayesinde bulduğu çözümler başkalarının çıkarlarına karşıt düşmez. Sağduyudan yoksun bir kişi, kendisini ve dünyayı salt kendi açısından görür, kişisel çıkarlarına yönelik amaçlardan başkasını düşünemez. Acı da verse hoşlanmadığımız kendimizle yüzleşebilmeli ve bu yüzden asla kendimizi lânetlememeliyiz. Kendini lânetlemek ya da kendine acımak insanın sorumluluklarını görebilmesini engeller. Güçlülük, yürekli olmayı gerektirir. Yüreklilikse insanın kendi gerçekleriyle yüzleşebilmesini içerir. İnsanın kendine yabancılaşması pahasına kazanılan güç, gerçek güç değildir. Güçsüzlüğümüzü yaşayabilecek yürekliliği gösterdiğimiz bir anda biri bizi küçümserse, bu onun sorunudur. Aslında için için aynı yürekliliği gösterebilmiş olmayı o da ister, ama abartılmış gururunun tutsağı olduğu için bunu göze alamaz. Bazı insanlar, kendimizi dürüstçe yaşadığımız zaman, diğerlerinin bu açık’tan yararlanarak bizi devirmeye çalışacakları görüşünü savunurlar. Oysa bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir. Kusurlu bir yanımızla yüzleşip bunu kabul edebilirsek, bu yanımızın bir süre sonra ortadan kalkma olasılığı da artar. Bu çoğu kez bilinçli bir çabayı gerektirebilirse de, bazen çözüm hiç farketmeden gerçekleşir. Böyle bir süreci başlatmış olmak, insanlarla ilişkilerimizde daha da etkin olmamızı sağlar. Çünkü kendimize hoşgörülü oldukça, diğer insanların kusurlu yanlarını da daha kolay kabul edebiliriz. Dolayısıyla onlara gerçek anlamda bir şeyler verebilmemizin gururunu yaşamaya başlarız. Bu, benliğin şişmesiyle sonuçlanan gururdan çok farklı bir duygudur. İnsanın kendisine değer verebilmesini içerir! Engin Gençtan
insan kendine nasıl değer verir