15 Bir kitap için reklam afişi hazırlamak. Süreç: Proje, başlamadan iki ya da üç hafta önce duyurulur. Öğrencilere reklam afişi hazırlamak için bir kitap seçmeleri ve okula getirmeleri ödev olarak verilir. Ayrıca yaşça büyük öğrencilere, kütüphaneye ya da bir kitapçı dükkânına giderek kitap reklamlarının nasıl
Hikayeninçevresi dardır. Romanda olay birçok yerde geçtiği için cevre geniştir. Hikayede bir ya da iki olay anlatılır. Romanda ise iç içe bir sürü olay vardır. Hikayede kişiler bir yönüyle, romanda ise her yönüyle ele alınır. Hikaye Örneği: Sizler için seçtiğimiz birbirinden güzel hikayeler için TIKLAYIN
Giriş paragrafı: Girişte olayın ne olduğu ve sonucu özet olarak verilir. “ne”, “nerede”, “ne zaman” ve “kim” sorularının yanıtları giriş bölümünde yer alır. 2. Haberin gövdesi: Ayrıntılara yer verilen gövde bölümünde ise genellikle olayın “neden” ve “nasıl” olduğu kronolojik bir sıra içerisinde
Hikâyelerinkişileri azdır, bir tek olay, durum veya kesiti anlatmak amacıyla yazılır. Bu yüzden derin çözümlemelere pek elverişli sayılmaz. Hikâyedeki olay, başlangıçtan sonuca doğru giden bir olayın bir anlık parçasıdır. Hikâyeler çoğunlukla o bir anlık parça içerisindeki insanı incelemeyi gaye edinirler.
Farklıbir şekilde duyguların ve olayların hareket (jest) ve konuşmalarla anlatılmasıdır. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş yoluyla gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir.
Anasayfa > Soru- Cevaplar > Hikayede olayın geçtiği yere ne ad verilir? 25 Nisan 2022. 47 okunma Okuma süresi: < 1 dakika
xnnFCM. HİKÂYE ÖYKÜ NEDİR? Hikâye Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları yer, zaman ve şahıslar etrafında anlatılan olay çevresinde gelişen edebi metinlere denir. Hikâyenin ilk örneklerini destanlar oluşturmaktadır. Her ne kadar hikâye olarak kabul edilmese de olay çevresinde gelişen edebi metinlerin ilk örnekleridir. Zaman içinde önemli değişimler geçirerek bugünkü modern hikâye oluşmuştur. Hikâyenin 19. Yüzyılda modern anlamda bağımsız bir edebî tür hâline gelmiştir. 19. yüzyıl. Özellikle Fransız yazar Maupassant Maposant ve Rus yazar Çehov, kendi adları ile anılan hikâye tarzlarının kurucuları arasında yer alır. Hikâyeler genellikle insanı konu alır. Hayatta yaşanılan veya yaşanılabilecek olaylar anlatılır. Bu anlatım sırasında olayın geçtiği mekân, zaman ve olaydaki kişiler okuyucuya farklı yöntemlerle anlatılır. Hikâye hem dünya hem de Türk edebiyatında köklü bir geleneği olan bir türdür. Dünya edebiyatında Boccacio’nun Bokasyo, “Decameron Dekameron adlı hikâyeleri bu türün ilk modern örnekleri kabul edilir. Fransız edebiyatında Alphonse Daudetnin Alfons Dode “Değirmenden Mektuplar” adlı eseri ile Guy de Maupassant’ın Guy dö Mopasan hikâyeleri ile Rus yazar Çehov’un eserleri bu türün önemli örnekleri arasında yer alır. Türk edebiyatında ise Ahmet Mithat Efendinin “Letaif-i Rivâyet” adlı eseri ile Samipaşazâde Sezainin “Küçük Şeyler” adlı eserleri bu türün ilk örnekleri olarak kabul edilir. Halit Ziya Uşaklıgil ve Ömer Seyfettin yazdığı hikâyeler bu türün gelişmesini sağlar. Refik Halit Karayın “Memleket Hikâyeleri“, Sabahattin Âlinin “Ses” ile “Kağnı“, Sait Faikin “Sarnıç” ile “Semaver” adlı kitapları bu türün nitelikli örneklerindendir. Memduh Şevket Esendal, Reşat Nuri Güntekin, Tarık Buğra, Sadri Ertem, Haldun Taner, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi isimler bu türde eserler veren önemli sanatçılarımızdandır. Hikâyenin Yapı Unsurları a Kişiler Hikâyedeki olaylar kişiler çevresinde gelişir. Bu kişiler toplumda belirli bir kesimi temsil ederler. Hikâyenin diğer yapı unsurları da bu kişilerin etrafında şekillenir. Hikayedeki kahramanlar hikâyedeki rolüne göre şekillenir. Olayların merkezindeki kişiye başkahraman denir. Diğer kişiler de olaydaki rollerine göre şekillenirler. b Olay örgüsü Olaylar, günlük hayatta her zaman yaşanabilecek gerçek durumlardır. Gerçek veya gerçek olabilecek olaylar yazar tarafından kurgulanarak okuyucuya sunulur. Olay örgüsü ise kurgusal olayların edebî metinde sıralanışı ile oluşan bir düzenlemedir. c Mekân Hikâyede olayın yaşandığı yere “mekân” adı verilir. Edebî metinlerde mekân, genellikle olayların akışını ve kahramanların karakterlerinin oluştuğu ortamı anlatmak için kullanılır. ç Zaman Hikâyede olayların yaşandığı andır. Hikâyeler romanlar kadar uzun değildir. Olaylar çok daha kısa bir süre içinde yaşanır ve biter. Zaman her zaman net bir tarih ya da saat değildir. Gün batmak üzereydi, temmuz ayı, çiçekler açmaya başlamıştı gibi ifadeler de zamanı bildirmektedir. d Anlatıcı ve Bakış Açısı Hikâyede, olay veya durumu anlatan kişiye denir. Hikâyede farklı anlatıcılar ve bakış açıları kullanılır. Bazı hikâyeler yazarın ağzından anlatıldığı gibi bazı hikâyeler olayı bizzat yaşayan kahramanın ağzından anlatılır. Üç türlü Anlatıcı ve bakış açısı vardır. 1. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı Olayların içinde olan, olayları yaşayan kahramanın ağzından anlatılan hikâyelerde kullanılan bakış açısı ve anlatıcısına “kahraman bakış açısı ve anlatıcısı” denir. Bu bakış açısında olaylar kahramanın gözüyle görülür. I. tekil şahıs ağzıyla anlatılır. Örnek Yolun sonuna varmamıza az kalmıştı. Zifiri karanlıkta ilerleyen grubumuzda ister istemez bir tedirginlik vardı. Grubun ortalarına Hasan’ın hemen arkasındaydım. Etraftan gelebilecek her türlü sesi duyabilmek için kulaklarımı dört açmış dinliyordum. 2. Hâkim İlahi Bakış Açısı Hikâyenin 3. tekil şahıs ağzıyla anlatıldığı hikâyelerdir. Genellikle yazarın ağzından anlatılır. Hâkim bakış açısı ve anlatıcısında olaylar olayların dışında her şeyi bilen, her şeyi gören birisi tarafından anlatılır. Kahramanların ruh hallerini, geçmişlerini, o an farklı yerlerdeki olayları bilir ve anlatır. Örnek Sonunda okula başlama günü gelip çatmıştı. Hazırlıklar iki gündür yoğun bir şekilde devam ediyordu. İlk defa okula başlayacak olan Miray, okulun stresini yüreğinde hissediyor, anne ve babasından ayrılmanın verdiği sıkıntı ile yatağında kıvranıyordu. Evde bir koşturmaca başladı, birileri mutfakta bir şeyler hazırlıyor, birileri evin içinde sağa sola koşturuyordu. Odasının kapısı açılınca heyecanı bir kat daha arttı. Gözlerini kapattı “Uyanmazsam belki okula gitmem.” diye geçirdi içinden. 3. Gözlemci Bakış Açısı Hikâyedeki olay ve durumların tanığı tarafından anlatıldığı hikâye türleridir. III. tekil şahıs ağzıyla anlatılır. Hâkim bakış açısı her şeyi görüp bilirken gözlemci her şeyi bir kamera gibi görür gözlemler. İnsanların iç dünyasını, görülmeyecek ve bilinmeyecek şeyleri göremez bilemez. Gözlemci bakış açısı ve hâkim bakış açısı anlatıcı olarak aynı dili III. tekil şahıs kullanır. Aradaki fark hâkim her şeyi görüp bildiği halde gözlemci her şeyi görüp bilemez. Kahramanların iç dünyasını algılayamaz. Örnek Ağır adımlarla ilerliyordu. Yolun sağ tarafına park etmiş, demir aksamı küflendiği için rengi belli olmayan kamyona baktı uzun uzun. Sonra elindeki çantayı sırtına aldı, tek tük ağaçların başladığı ormanlık alana doğru ardına bakmadan ilerledi. Hikâye ile İlgili Kavramlar Konu Hikâyede ele alınan, üzerinde durulan düşünce, durumdur. Konu, somut bir durumu veya sorunu ifade eder. Tema Hikâyedeki temel duygu veya kavram “tema” olarak adlandırılır. Temalar soyuttur, konuya göre çok daha geneldir. “sevgi, ölüm, arkadaşlık, hasret, başarı…” Çatışma Hikâyelerde yaşanan anlaşmazlıklar denilebilir. Her olay bir çatışma üzerine kurulur. İstenilen bir şeyin karşısındaki engel çatışmayı doğurur. Hikâyeler bu çatışmalardan beslenir diyebiliriz. Kahraman çok istediği, olması gereken şey ile karşısına çıkan engel arasında kalır. Hikâye sonunda çatışmanın kalkıp kalkmamasına göre mutlu veya mutsuz olarak sona erer. HİKÂYE TÜRLERİ Olay Hikâyesi Bir olay merkezinde gelişen ve sonuçlanan hikâyeler “olay hikâyesi” denir. Bu tür hikâyelerde merak unsuru ön plandadır. Belirgin bir olay vardır. Kahramanlar daha belirgindir; her zaman, her yerde karşılaştığımız sıradan insanlar değildir. Olaylarda serim, düğüm ve çözüm bölümleri belirgindir. Bu tarz hikâyelerin en önemli örneklerini Fransız yazar Maupassant Mopasan vermiştir. Bu sebeple bu tür hikâyeler “Maupassant tarzı hikâye” adıyla da anılır. Türk edebiyatında olay hikâyesinin en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Sabahattin Ali ve Orhan Kemal olay hikâyesi tarzında yazan sanatçılarımızdan bazılarıdır. Durum Hikâyesi Kişilerin veya hayatın bir kesitinin ele alındığı, olaydan çok zamandan bir kesitin sunulduğu hikâyeler “durum hikâyesi” olarak adlandırılır. Bu tür hikâyelerde merak duygusu geri plana itilir ve bir durum veya kişi betimlenir. Durum hikâyelerinde her an karşılaşabileceğimiz sıradan bir olay ve sıradan kahramanlar vardır. Önemli olan olay değildir. Olayların insan üzerinde bıraktığı etki, durum anlatılmaya çalışılır. Durum hikâyesinin temsilcisi Rus yazar Anton Çehov vermiştir. Bu sebeple bu tür hikâyeler “Çehov tarzı hikâye” olarak da anılır. Türk edebiyatında; Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık ve Tarık Buğra gibi yazarlar bu tarz hikâyenin en önemli temsilcileri arasında yer alırlar. Hikâyede Anlatım Biçim ve Teknikleri 1. Öyküleyici Anlatım Hikâyede anlatılan olayın zaman kavramı içinde aktarılmasına denir. Öyküleyici anlatımda olaylar devam eder zaman ilerler. Yazar bu ilerleyen zaman içinde mekan ile de ilişkiler kurarak olayları bize aktarır. Öyküleyici anlatım için kamera örneği verilebilir. Olayları kamera ile kaydedersek bir nevi öyküleyici anlatım yapmış oluruz. Örnek Nihayet Arslan Bey, terden sırılsıklam olmuş atıyla duman içinde harp sıralarının arasında, adım adım göründü. Her adımda ‒ Yiğitlerim! Sis açılmaya başladı mı hemen susun. Hep birden ayağa kalkın, hücum edecek gibi durun. Ama ileri gitmeyin. Ateş de açmayın. Ben düşmana teslim teklif edeceğim. Ömer Seyfettin, Kütük 2. Betimleyici Anlatım Betimleyici anlatım çevrenin, insanın veya insanın iç dünyasının okuyucunun gözünde canlandırılacak şekilde aktarılmasıdır. Kelimelerle resim yapma denilebilir. Betimleyici anlatımda sıfatlardan sıkça yararlanılır. Öyküleyici anlatım için kamera benzetmesini kullanmıştık, betimleyici anlatım için de fotoğraf çekme benzetmesini kullanabiliriz. Yazar bir nevi anın fotoğrafını çekip okuyucuya sunar. Betimleyici anlatımda devam eden bir zaman, olaydan ziyade anlık görüntü okuyucuya verilir. Örnek İkisi de pencerenin kenarında idiler. Sağda genç kız muhteşem ve levent endamıyla yükseliyor, solda minimini, kambur büyük nine çürümüş bir balmumu külçesi gibi, sessiz ve donuk duruyordu. Dışarıya bakıyorlardı. Bütün tabiat gözleri kamaştıran tatlı ve sıcak bir aydınlıkta parlıyordu. Denize güneş aksetmiş, onu başka âlemlere akıp giden ebedî ve nihayetsiz bir gümüş nehrine benzetmişti. Ağaçların ufak ve koyu yeşil yaprakları hazdan ve hayattan titriyor, yollara beyaz çiçekler düşüyordu. Karşı sahil tirşe dağları, mor koruları, beyaz yalılarıyla bir serap memleketini, bir peri payıtahtını andırıyordu. Ömer Seyfettin, Bahar ve kelebekler 3. Diyalog Hikâyelerde olay içerisindeki kişilerden iki veya daha fazlasının karşılıklı konuşturulması tekniğine “diyalog” denir. Örnek “Bu sene enginarlar nasıl?” dedim. “İyi değil!” dedi. “Baklayı ne zaman keseceksin?” “Daha ister, ” dedi. Nefes alır gibi “hişt” dedim. Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı. “Kuşlar olmalı,” dedim. “Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma,” dedi, ”ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.” 4. İç Diyalog Kahramanların iç dünyalarını okuyucuya aracısız aktarma yöntemlerinden biridir. Kahraman kendi kendiyle hesaplaşması, konuşması, pişmanlıklarını dile getirmesi gibi durumlarda en çok tercih edilen yöntemdir. Örnek Akşamdan beri kimse benim yokluğumu fark etmedi mi acaba? Yok, yok kesin meraklanmışlardır. Şimdi her yerde beni arıyorlardır. Ama oh olsun onlara. Benimle dalga geçmek neymiş hepsi öğrenecek. Hele sabaha kadar beni bulamadıklarında yüzlerinin alacağı hali şimdiden görür gibiyim. 5. Bilinç Akışı Kahramanın iç diyalogda olduğu gibi kendi kendine konuşmasıdır. Bilinç akışında farklı olarak bilinç yani akıl devre dışı bırakılmıştır. kahramanımız aklına gelenleri mantık aramaksızın art arda sıralar. bazen konuyla alakası olmayan başka bir şeyi düşünmeye başlar. Bilinç akışı daha çok “Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Hikayeler“de görülür. Bilinç akışıyla yazar kahramanın ruh halini okuyucuya aktarmaya çalışır. Örnek Saatlerdir yürüyorum daha bir canlıya rastlamadım. İhtiyarı dinlemeliydim, neden bu yolu kullandım ki. En son yirmi sene kadar önce geçmiştim bu yoldan. Ama o zamanlar Ayşe daha gençti. Hem inekleri de yoktu o zamanlar. Annem ne yapıyordur şimdi, un helvası kavurmuş mudur bana. Rüstem Ağa’nın şu kahrolası borcunu bir verebilsem…
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir. MODERN HİKÂYE Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir. Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer. Öyküler,romanlara göre daha bir ya da birkaç kişiden meydana kahramanlarının kişilikleri derinliğine tamamı yerine kısa bir bölümü bir olay etrafında gelişir. Öykülerin serim giriş,düğüm gelişme ve çözüm sonuç olmak üzere üç temel unsur üzerine kurulmuştur. Öykü konusu bulmak için iyi bir gözlemci olmak ve çevrede görülenler üzerinde kısaca düşünmek yeterli olan ilgi uyandıracak konuları için seçilen öykü konusunun ayrıntılarına,heyecan ve ilgi uyandırmasına dikkat etmek da ayrıntıların yerinde ve yeterince verilmesine nakledilen olayın kimin ağzından ve dikkatiyle verilmesi de mektup,bir anı defteri türünde ise birinci şahsın ağzından,yerine göre ikinci ve üçüncü şahıs ağzından verilebilir. Olay ilerledikçe olayda yer alan kişilerin tanıtılmasına ya konuşmaları vasıtasıyla ya da yeri geldikçe öykü kişilerinin düşünceleri konuşturularak çözümleme gelişi iki arkadaş yıllar sonra çığlıkları atmaları,heyecanlı konuşmaları,eski anıları tazelemeleri yazıda ayrıntılı olarak bir manzaranın kişide bıraktığı tesir;intiba,renk,görünüm,duygu yoğunluğu bakımından durumlar,davranış ve konuşmalarla verilirse de kimi zaman yazarın açıklamasını çözümleme,olayın akışını engelleyecek tarzda yoğun ve fazla olmamalıdır. Öykülerin başlangıçları birbirinden farklı yaşanılan yerin tasviri ile,ya kişilerin tanıtılması ile ya onların birbirleriyle olan ilişkilerinin verilmesi ile,ya da çatışmaya konu olan olayın anlatılması ile zaman da kişiler ve onların ilişki içinde bulundukları kimselerin hayatlarından bölümler öykü ortasından başlanır,sonra başa zaman ise öykü diyalogla vasıtasıyla mekan ve kişiler hakkında kısa bir açıklama yapılır ki buna dramatik metot adını da konu bir olayın dramatizasyonu yahut anlatımıyla başlar,olay zincirleri birbirine eklenerek temel olay çevresinde bir halka oluştururlar ve nihayet bir olay ile sona verilen olay,bir denge üzerine bu denge asli kişinin aleyhine bozulur,birtakım mücadeleler sonunda yeni bir denge kurulur ama bu yeni dengede asli kişinin konumu,başlangıçtaki durumundan tamamen farklı olur. Öyküyü monotonluktan kurtarmak için aynı olayı farklı kişiler ağzından nakletmek de bir olayda yer alan ve olaya tanık olan ikinci dereceden önemsiz bir kişinin ağzından da bilgilerin anlatımının kültür seviyesi,söyleyiş tarzı,bilgi ve görgüsü de öykü ederken dikkate alınmalıdır. Öykülerde olayın sunuş biçimi kadar,olayın ne zaman,nerede geçtiği de geçtiği yere mekan gereksiz tanıtımlar yerine olayın oluşundaki önemine göre belirgin ve ayırıcı vasıfları verilmelidir. Öyküde kişi yahut kişilerin tanıtımı olayın akışı durdurularak ayrı ayrı değil,diyaloglar içinde diyaloglar öyküyü tekdüzelikten kurtarır ve okuyanların ilgisini diyaloglar da “dedim”,”dedi” gibi tekdüze konuşmalardan ziyade konuşmanın ruh halini ve hareketlerini verecek nitelikte olmalıdır. Başarılı öykü yazarları sonuç bölümüne okuru bu yüzden pek sürpriz iyi hazırlanmış ve planlanmışsa sonuç bir sürprizle değil,olayların ve konuşmaların tabii bir sonucu olarak ortaya çıkar. Öykü umulmadık bir olay ile bitecekse yine okur buna zaman olay bittikten sonra okur öykü kişilerinin ne olacağını düşünmeye terk kimi zaman sorularla sona erer. Kimi öykü yazarları öykülerini bir sonuca bağlarken;kimileri hayatın akışını ve bütün olayların sürekli yaşandığı intibaını vermek için,öykünün başlangıcını ve sonunu vermemeyi bir noktasından kesit halinde alınan olay bittikten sonra da hayat devam eder. Edebiyatımıza Batı edebiyatından geçen öykü zaman zaman geleneksel anlatma formu içinde yer alan kıssa ile ve dış gözlem yapılmadan anlatılan,sadece insanlara faydalı bir ders çıkarma amacı taşıyan böyle kısa öykülere,geleneksel kültürümüzde kıssa adı öykücülük ve kıssa kültürümüzün en belirgin özelliği,olayın geçtiği yer ve zamana önem tür öykülerde ağırlık kazanan tek şey,olay ve bu olaydan insanlara faydalı olacak bir ders tarzda yazılmış öykülerde ise iç ve dış gözlemlerden yararlanılır;kişi,zaman ve yer tasvirleri önem yönleriyle de modern öykülerden ayrılırlar. Öyküler,konularını yazarın tasarladığı bir olaydan aldığı gibi,anılara da tür öykülere anı öykü,öykülerin manzume şeklinde yazılmış olanlarına ise manzum öykü adı verilir. Hikâyelerde düşündürmekten çok, duygulandırmak ve heyecanlandırmak esastır. Hikâyeler, gerçek ya da düş ürünü bir olayı kısa şekilde anlatır. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır. Hikâyeler Batı’da romanla aşağı yukarı aynı dönemde oluşmaya başlamıştır. Özelikle Realizm döneminde hikâye türü başlı başına bir tür olarak yetkinlik kazanmıştır. Hikâye anlatım olarak romana benzer; ama aslında onun romandan çok farklı yanları vardır • Hikâye türü, romandan daha kısadır. • Hikâyede temel öğe olaydır. Romanda ise temel öğe karakter, yani kişidir. Hikâyeler olay üzerine kurulur, romanlar ise kişi üzerine kurulur. • Hikâyede tek olay bulunmasına karşılık romanda birbirine bağlı olaylar zinciri vardır. Romandaki olaylardan her biri hikâyeye konu olabilir. • Hikâyede kahramanların tanıtımında ayrıntıya girilmez, kahramanlar her yönüyle tanıtılmaz. Romanlarda ise kahramanlar ayrıntılı bir biçim-de, hemen her yönüyle tanıtılır. Romandan farklı olarak hikâyede kişiler sadece olayla ilgili yönleriyle anlatılır. Bu yüzden hikâyelerdeki kişiler bir karakter olarak karşımıza çıkmaz. • Öyküde, olayın geçtiği yer çevre sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olaylar çok olduğu için olayların geçtiği çevre de geniştir. Bu çevreler çok ayrıntılı olarak anlatılır. • Hikâyeler kısa olduğu için anlatım yalın, anlaşılır ve özlüdür. Romanlarda ise anlatım daha ağır ve sanatlıdır.
Soru1. 11. Hikâye edici metinlerde olayın geçtiği çevre ya da mekâna "yer" adı verilir. Buna göre, Samet Usta, masaya oturdu. Günler1. 11. Hikâye edici metinlerde olayın geçtiği çevre ya da mekâna "yer" adı verilir. Buna göre, Samet Usta, masaya oturdu. Günlerdir uğraşmasına rağmen yapbozu bir türlü ta- mamlayamamıştı. Bütün parçaları denedi ancak yine de olmadı. Yerinden kalkmıştı ki eksik parçanın, kolunun altında oldu- ğunu fark etti. Derin bir "Oh!" çekip eksik parçayı yerine koydu, odasından çıkti. II. Gürültünün odasından geldiğini anlayın- ca çok şaşırdı. Zira odasına kendisinden başka kimse girmezdi. Aldırış etmedi. Sa- londaki masanın başına geçti ve kalan işine devam etti. Gürültü artınca dayana- mayıp kalktı. Odasının kapısını açmasıy- la birlikte bir güvercin, önünden geçip evi turladı. III. Perdenin kenarından güneşin kızıllığı içe- ri vurmaya başlamıştı. Gelininin yanında oturan Selma Hanım, "Akşam oldu artik, biz de gidelim." deyince gelini anlamıştı kalkması gerektiğini. İçi huzur doluydu. ihtiyacı olan bir ailenin daha sorunlarını çözmüştü. metinlerinden hangisi ya da hangilerinde "yer" unsuru belirgindir? A Yalnız I. C I ve II. B Yalnız II. D I ve III.
Giriş Tarihi 1102 Son Güncelleme 1103 Hikaye kendi içinde, olay ve durum hikayesi olarak ikiye ayrılır. Belirlenen bir olay örgüsü ile gelişir, zaman, mekan ve karakter unsurlarını içinde barındırır. Bu tür ya gerçeğe çok yakın, ya da tamamen gerçek hayatı konu alır. Durum hikayesi, gerçek hayatta yaşanmış olan bir durumun işlendiği edebi eserlerdendir. Bir olay örgüsü etrafında ilmek ilmek işlenen hikaye her ne kadar gerçeğe yakın olsa da, okurun hayal gücüne de hitap eder. Durum hikayesinde, çok anlaşır ve yalın bir dil kullanılır. Gerçeklik ile hayal gücü iç içedir. Durum Hikayesi Temsilcileri Kimlerdir? Türk Edebiyatına, 19. Yüzyıl ortalarında dahil olan bu türün dünyadaki en önemli temsilcisi, Rus Yazar Anton Çehov'dur. Durum hikayesine, 'Çehov tarzı hikaye' de denilir. Çünkü Rus yazar, bu türün ilk örneklerine sahiptir. Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra ise durum hikayesini temsil eden Türk yazarlardandır. Söz konusu bu isimler, bu tür ile ilgili birbirinden güzel eserler vermiştir. Hikayede olduğu gibi, durum hikayesinde serim, düğüm ve çözüm bölümleri belirgin değildir. Geniş zamana yayılan herhangi bir olayı değil, gün içerisinde yaşanabilirliği olan kısa anları konu edinen hikaye türüdür. Bu bakımdan, kesin bir sonuca bağlanmayan ve havada kalabilen öykülerdir. İşte tam bu noktada, okurun hayal gücü devreye girer. Heyecan ve merak uyandırmaktan çok, hayal etmeye teşvik eder. Aynı zamanda, gerçekten uzak da değildir. Gerçek hayatta karşılaşılabilecek bir olayı anlatır ancak, tamamlanması gereken kısımlar vardır. Olay akışı, okuyan kişilerin tahayyülleri ve gözlemleri sayesinde şekillenir. Bu anlamda, oldukça yoruma açık eserlerdir ve bunlar kişiden kişiye farklılık gösterir. Durum Hikayesi Özellikleri Nelerdir? Hikayede yer alan karakterler hakkında ayrıntılı bilgilere yer verilmez. Okurun zihninde canlandırabilmesi için sadece genel bir tanımlama yapılır. Konu olarak sıradan insanların, günlük yaşamlarındaki kesitleri işler. Çoğu durum hikayesi sonuca varmadan biter. Olay örgüsünde, giriş, gelişme ve sonuç kısımları, ayırt edilemeyecek kadar belirsizdir. Okuyucuyu heyecanlandırmaktan ziyade, düşündürür. Durum hikâyesinin en belirgin özelliklerinden biri de, olayın geçtiği yer hakkında kabataslak bilgi vermesidir. Okul, hastane, şirket, ev ve otel gibi geniş kapsamlı tanımlamalar yapılır. Hikaye çoğunlukla, karakterlerin gözünden anlatılır. Bu bakımdan, düşünceler 'iç ses' şeklinde dile gelir. Durum hikayesinde, belli bir mesaj verme çabası yoktur. Her bilgi ve detay, okura planlı bir şekilde verilir. Hikayenin başında aktarılan küçük bir detay, sona doğru önem kazanır. Durum Hikayesi Örneği YARAMAZLIK "Yüzü tilkiye benzeyen, genç, kula renginde, zağar melezi bir köpek kaldırımda bir aşağı bir yukarı koşuyor, endişeyle etrafına bakmıyordu. Ara sıra duruyor, üşüyen ayaklarından kâh birini, kâh ötekini kaldırıyor, ağlayarak kendi kendine şunu soruyordu nasıl oldu da yolumu şaşırdım? O günü nasıl geçirdiğini, sonunda bu hiç tanımadığı kaldırıma nasıl düştüğünü pek iyi hatırlıyordu. Gün şöyle başlamıştı sahibi Luka Aleksandriç şapkasını giyip koltuğunun altına; kırmızı bir mendile sarılı tahtadan bir şey almış Haydi Kaştanka gidelim! Diye bağırmıştı. Çağırıldığını duyan köpek, tezgâh altında uyuduğu yongaların arasından çıktı; tatlı tatlı gerindi, sahibinin peşi sıra koştu. Luka Aleksandriç'in müşterileri çok uzakta oturuyorlardı. Bu yüzden her birinin evine varmadan önce marangoz, birkaç defa meyhaneye girip ateş almak zorunda kalıyordu. Kaştanka, yolda pek edepsizce hareket ettiğini hatırlıyordu. Gezmeye çıkardıkları için o kadar sevinmişti ki, durmadan zıplıyor, havlayarak, atlı tramvaylara saldırıyor, evlerin avlularına girip çıkıyor, köpeklerin peşinden koşuyordu. Marangoz, çok defa Kaştanka'yı gözden kaçırıyor, durup sert sert çağırıyordu. Hatta bir keresinde, yüzü hiddetten değişerek onun tilki kulağını avucunun içine alıp çekti, kesik kesik Geber inşallah hınzır dedi. Müşterilerini dolaştıktan sonra Luka Aleksandriç, bir dakika için, çoğu zaman yemek yediği, içki içtiği, kız kardeşinin evine uğradı. Kız kardeşinden çıktıktan sonra tanıdığı bir ciltçiye, oradan meyhaneye, daha sonra da bir dostuna uğradı. İş böyle devam etti. Kaştanka, bu tanımadığı kaldırıma geldiği zaman karanlık basmış, marangoz da fitil gibi sarhoş olmuştu. Ellerini, kollarını sallıyor, derin derin iç çekerek mırıldanıyordu Ah, ah, insanlar günahkâr doğar, günahkâr yaşar. Ah günahkâr kullar, günahkâr kullar... Şimdi sokaklarda geziyoruz, fenerlere bakıyoruz, ama bir de öldük mü, cehennem ateşinde yanacağız. Bazen babacan bir tavır alıyor ve Kaştanka'yı yanına çağırıp diyordu ki Sen, Kaştanka, böcekten başka bir şey değilsin... Doğramacı marangozun yanında ne ise, sen de insana göre osun. İşte marangoz, Kaştanka ile böyle konuşurken ortalığı bir bando sesi kaplayıverdi. Kaştanka, şöyle bir bakınca, üstüne doğru bir alay asker geldiğini fark etti. Zaten mızıkaya hiç tahammül edemezdi; sinirleri bozulurdu. Bu yüzden sağa sola koştu, ulumaya başladı. Ama marangoz hiç de onun gibi davranmadı. Kaştanka hayretler içinde gördü ki, sahibi ne umduğu gibi korktu, ne uludu, ne de havladı. Esas vaziyeti aldı. Ağzı kulaklarına vararak, elini kasketine götürdü, selâm durdu. Sahibinin kızmadığını gören Kaştanka, daha yüksek bir sesle uludu, ne yaptığını fark etmeden sokağın öte yanına fırladı. Kendine geldiği zaman bando artık çalmıyordu. Alay ortalıkta görünmüyordu. Sokağı geçerek, sahibini bıraktığı yere koştu. Ama marangoz oralarda yoktu. Bir sağa, bir sola atıldı; sokağı bir defa daha dolandı; sanki yer yarılmış, marangoz içine girmişti Kaştanka, kokusuyla sahibini bulacağını umarak, sokağı koklamaya başladı. Ama alçağın biri, biraz önce yeni kauçuk lastiklerle oradan geçmiş, böylelikle bütün hafif kokular o kuvvetli kauçuk kokusuyla karışmıştı. Artık bir kokuyu ötekinden ayırmak kabil değildi. Kaştanka sahibini bulamadan bir aşağı bir yukarı koşuyordu. Bu sırada hava da kararmaya başlamıştı. Sokağın iki yanında fenerler yandı; evlerin pencerelerinde ışıklar göründü. Kar lapa lapa yağıyor ve sokağı, atların sırtını, arabacıların şapkalarını beyaza boyuyordu. Hava karardıkça etraf daha beyaz görünüyordu. Kaştanka'nın önünden, boyuna görüş sahasını kapayarak ayaklarıyla iten tanımadığı birtakım müşteriler geçiyordu. Kaştanka için bütün insanlık, bir eşit olmayan iki büyük kısma ayrılıyordu Sahiplerle müşteriler. Aralarında şu esaslı fark vardı Birincilerin onu dövmek haklarıydı, ikincilere gelince, onları da Kaştanka'nın bacaklarından ısırmak hakkına sahipti. Müşteriler bir yere yetişmek için acele ediyor, Kaştanka'ya hiç aldırış etmiyorlardı. Hava büsbütün karardığı zaman Kaştanka telâşa, üzüntüye düştü. Bir kapı eşiğine dayanarak acı acı ağlamaya başladı. Luka Aleksandriç ile yaptığı o günkü gezintiden yorgun düşmüştü. Bütün gün ancak iki kere ağzına bir şey koyabilmişti. Ciltçide biraz tutkal, meyhanelerin birinde de tezgâhın yanında bir parçacık salam derisi bulmuştu. O kadar...Kaştanka insan olsaydı herhalde. "Böyle yaşamak mı olur, beynime bir kurşun sıksam daha iyi..." diye düşünürdü." Yazar Anton Çehov
HİKÂYE Hikâyeler, olmuş ya da olması mümkün olan olayları anlatan kısa sanat eserleridir. Bir başka anlatışla; gerçekleşmesi mümkün bir olayı yer, zaman ve kişi belirterek işleyen sanatsal kısa yazılara hikâye denir. Bir diğer adı da öyküdür. Hikâyenin Öykünün Genel Özellikleri – Hikâye, insan hayatının bir kısmını, yer ve zaman kavramına bağlayarak anlatır. – Hikâyede olay veya durum vardır. Olay ya da durum şahıslara bağlanır; olay veya durumun ortaya konduğu mekân ve zaman belirtilir; bunlar sürükleyici ve etkileyici anlatım ile işlenir. – Düşündürmekten çok, duygulandırmak ve heyecanlandırmak ön plandadır. – Gerçek veya hayal ürünü bir olayı kısa biçimde işler. – Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, çoğunlukla önemli bir olay veya sahne aracılığı ile tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesi ile roman ve diğer edebiyat türlerinden ayrılır. – Hikâye, olay eksenli bir edebiyat türüdür. Öyküde temelde bir olay mevcuttur ve olaylar genellikle yüzeyseldir. – Hikâyeler daha çok yazarların anılarını anlatması biçiminde ortaya çıkar. – Hikâye kısa bir edebi tür olduğu için bu yapıtlarda fazla ayrıntıya girilmez. Olayın veya durumun öncesi, sonrası okura hissettirilir. Okur, birtakım sözcüklerden yararlanarak ve düş gücünü kullanarak kişiler ile ilgili veya olaylar ve durumlar ile ilgili hükümlere ulaşabilir. – Hikâyeler Avrupa’da roman ile yaklaşık olarak aynı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Özelikle Realizm akımının etkili olduğu tarihlerde öykü türü müstakil bir edebi tür olarak kendisini göstermiştir. – Tek bir olay vardır. Hikâye onun etrafında döner. – Şahıs kadrosu dardır. – Kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır. Hikâyenin Yapı Unsurları a- Olay Öykü kahramanının başından geçen olay ya da durumdur. Hikâyedeki temel öğe veya durumdur. Hikâyeler olay eksenli yazılardır ve bir asıl olay bulunur. Ancak bazen bu asıl olayı tamamlayan yardımcı olaylara da rastlanabilir. b- Mekân Çevre Hikâyede sınırlı bir çevre vardır. Olayın geçtiği çevre çok ayrıntılı anlatılmaz, kısaca tasvir edilir. Olayın anlatımı sırasında verilen ayrıntılar çevre ve yer hakkında okuyucuya ipuçları verir. c- Zaman Hikâye kısa bir zaman diliminde geçer. Hikâyeler geçmiş zamana göre -di anlatılır. Konu, yazarın kendi ağzından veya kahramanın ağzından anlatılır. Özellikle durum öykülerinde zaman açık olarak belirtilmez, sezdirilir. Hatta bu tür öykülerde zaman belli bir düzen içinde de olmayabilir. Olayın ve durumun son bulmasından başlayarak olay ya da durumun başına doğru bir anlatım ortaya konabilir. d- Kişiler Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır. Hikâyede az kişi vardır. Bu kişiler “tip” olarak karşımıza çıkar ve ayrıntılı bir şekilde tanıtılmaz. Hikâyede kişiler sadece olayla ilgili “çalışkanlık, titizlik, korkaklık, tembellik” gibi tek yönleriyle anlatılır. Kişiler veya tipler, belli bir olay içinde gösterilir. Bu tiplerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Romanda olduğu gibi, kişilerin bütün yönleri verilmez. Bu bakımdan hikâyede kişilerin psikolojik özelliklerine de ayrıntılı olarak girilmez. e- Dil ve Anlatım Hikâyenin dili; açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim, atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. Anlatım ise iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım, “hikâyede birinci kişili anlatım”; olayı uzaktan gözlemleyen üçüncü kişi ağzından yapılan anlatım. Hikâyede Plan Hikâyenin planı diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. 1 Serim Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır. 2 Düğüm Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür. 3 Çözüm Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür. Ancak bütün hikâyelerde bu plan uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır. Hikâye Çeşitleri Olay Hikâyesi – Bir olayın serim – düğüm – çözüm planı dâhilinde anlatıldığı hikâyelerdir. – Dünya edebiyatında Fransız hikâyeci “Guy de Maupassant” tarafından ilk örnekleri verildiği için Maupassant Tarzı Hikâye olarak da adlandırılır. – Türk edebiyatında en önemli temsilcileri “Ömer Seyfettin” ve “Refik Halit Karay“dır. Durum Kesit Hikâyesi – Olayın yalnızca bir kesitinden ve kişinin o anki ruhsal durumundan yola çıkılarak yazılmış hikâyelerdir. – Duygu, tahlil ve gözleme önem verilir. – Serim-düğüm-çözüm planına bağlı değildir. – Dünya edebiyatında Rus hikâyeci “Anton Çehov” tarafından ilk örnekleri verildiği için Çehov Tarzı Hikâye olarak da adlandırılır. – Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri “Sait Faik Abasıyanık” ve “Memduh Şevket Esendal“dır. – 14. yüzyılda İtalyan yazar Boccacio tarafından yazılan Decameron dünya edebiyatında hikâye türünün ilk başarılı örneği olarak kabul edilir. Türk edebiyatında hikâye alanındaki ilkler – İlk hikâye denemesi Müsameratname Emin Nihat – İlk yerli hikâye Letaif-i Rivayat Ahmet Mithat Efendi – Batılı tarzda yazılmış ilk küçük hikâye örnekleri Küçük Şeyler Samipaşazade Sezai DÜNYA EDEBİYATINDA HİKÂYENİN GELİŞİMİ • Öykünün ortaya çıkma sürecinde karşımıza önce fabl türündeki eserler, sonra kısa romanlar sonra da “Bin Bir Gece Masalları” çıkar. • Rönesans’tan 16. yüzyıl sonra Giovanni Boccacio, “Decameron Öyküleri” adlı eseriyle öykü türünün ilk örneğini vermiş ve çağdaş öykücülüğün başlatıcısı olmuştur. • 18. yüzyılda Voltaire öykü türünde ürünler vermiştir. İnsan dışındaki yaratıkları öyküye katmıştır. • Ne var ki öykü, bir tür olarak karakteristik özelliklerini ancak 19. yüzyılda Romantizm ve Realizm akımlarının yaygınlaşmasıyla kazanmıştır. • Alphonse Daudet, Guy de Maupassant gibi Fransız yazarlar öykü örnekleri vermişlerdir. TÜRK EDEBİYATI’NDA HİKÂYE Türk edebiyatında, bir olay anlatan sözlü ya da yazılı anlatılara hep hikâye adı verilmiş, manzum olanlara destan da denmiştir. Divan edebiyatında mesnevi türü Leyla ile Mecnun, Yusuf ve Züleyha vb. bunun en ünlü örneğidir. Halk edebiyatında hikâyeci-âşıklar tarafından kahvelerde, köy odalarında, düğün vb. toplantılarında söylenen hikâyeler, halk hikâyesi diye anılır. 15. yüzyılda yazıya geçirildiği sanılan ve destansı bir nitelik gösteren Kitab-ı Dede Korkuttaki hikâyeler bunun ilk örnekleri sayılabilir. Anadolu’da 16. yüzyıldan bu yana, sözlü halk geleneğinde sürüp gelen halk hikâyelerinde olaylar nesir ile anlatılır, duygusal, coşkulu, haller nazımla ve saz eşliğinde söylenir. Halk hikâyeleri, konuları bakımından, aşk hikâyeleri ve kahramanlık hikâyeleri olmak üzere ikiye ayrılır. Türk edebiyatında çağdaş hikâye batıdakinin tersi olarak, halk hikâye ve masallarının gelişmesiyle oluşmamış; 19. yüzyılın ikinci yarısında doğrudan doğruya batı edebiyatının hikâye yolundaki ürünleri örnek alınarak yazılmaya başlanmıştır. Edebiyatımızda batıdaki anlamıyla ilk hikâye Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılmıştır. Hikâyelerinin kimi çeviri kimi yerlidir. Bu yolda ikinci yazar Emin Nihat’tır; Müsameretname adlı kitabında 7 hikâye toplanmıştır. Aynı dönemde kurgu ve anlatım bakımından başarılı sayılabilecek ilk örnek Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı hikâyesidir. Bu dönemin başka bir yazarı ise Nabizade Nazım’dır. Türk öykücülüğünü bir yere taşıyan yazar ise Halit Ziya Uşaklıgil oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde yalın diliyle dikkat çeken Uşaklıgil, titiz gözlemciliğiyle gerçekçi öykü geleneğini başlatan yazardır. Bu dönemin diğer yazarları Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya idi. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte öyküde toplumsal ve siyasi sorunlar işlenmeye başladı. Türkçe’de yabancı sözcüklerin temizlenmesi, yazımda konuşma dilinin hâkim olması, taşra yaşamının gerçekçi bir üslupla edebiyata taşınması gibi özelliklerle bilinen bu dönemde Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünde yeni bir çığır açtı. Onu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay izledi. F. Celaleddin, Selahattin Enis, Sadri Ertem, Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali, Kenan Hulusi Koray, Nahit Sırrı Örik, Bekir Sıtkı Kunt, M. Şevket Esendal Cumhuriyet dönemi öykücülüğünü hazırlayan isimlerdir. Cumhuriyet dönemi 1930’lar sonrasını kapsar. Bu dönemde alışılmışın dışında bir öykü dünyası kuran Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç, diyalogların usta yazarı Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tanpınar öykü yazarları olarak ön plana çıktı. Günümüzde Türk öykücülüğü geniş bir konu ve üslup zenginliğiyle sürmektedir. Bunlar arasında Muzaffer Buyrukçu ve Osman Çeviksoy, İslam Gemici, Necati Tosuner Çıkmazda, Neden Kitap gibi isimler vardır.
hikayede olayın geçtiği yere ne ad verilir